29 Nisan 2015 Çarşamba

Gözde altıncı katman keşfedildi

İngiliz bir araştırmacı, beş tabakaya sahip olduğu bilinen korneada altıncı bir tabakanın yer aldığını belirtti. Altıncı tabakanın keşfiyle, göz hastalıklarının daha iyi anlaşılacağı ve ameliyatlarının daha güvenli bir şekilde yapılacağı öne sürüldü.
Gözde altıncı katman keşfedildi


İngiltere’nin Nottingham Üniversitesi’nde akademisyen olan Profesör Harminder Dua, oftalmoloji (gözbilim) kitaplarının yeniden yazılmak zorunda kalacağını öne sürdü. İngiliz bilim insanı, ‘korneada altıncı bir tabaka keşfettiğini’ belirtti.
 
Discovery News sitesinin haberine göre, Dua, “Korneanın derinindeki bu yeni ve ayrı tabaka sayesinde göz ameliyatlarını daha güvenli bir şekilde yapmanın yöntemlerini keşfedebiliriz” dedi.
 
Dua, “Klinik açıdan bakarsak, korneanın arkasını etkileyen birçok hastalık var ve dünyanın dört bir yanındaki doktorlar bu rahatsızlıkların bu bölgedeki bir yapıyla ilgili olduğunu düşünüyor” ifadesini kullandı.
 
SÜPER İNCE TABAKA
Keşfi yapan Profesör’ün adını alan ‘Dua Tabakası’, gözlemlenmesi son derece zor bir yapı.
 
Ophthalmology dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, 15 mikronluk kalınlığıyla, Dua Tabakası 550 mikron kalınlığındaki korneanın çok küçük bir kısmını oluşturuyor.
 
Dua ve meslektaşları, korneanın arkasında yer alan katmanı, katmanları birbirinden ayırmak için küçük hava kesecikleri enjekte ettikten sonra elektron mikroskobuyla gözlemleyerek tespit etti.
 
Dua, korneanın üzerinde sıvı birikmesiyle tümsek oluşturan ve görüş bozukluğuna neden olan ‘keratoconus’ gibi rahatsızlıkların altıncı tabakadan kaynaklanıyor olabileceğini öne sürdü. Ayrıca, cerrahların, Dua Tabakası’nın yanına bir hava keseceği enjekte edilerek ne kadar dayanıklı olduğunu test edebileceği, bu şekilde yeni cerrahi yöntemler geliştirebileceği ifade edildi.

Ruhsal yönden güçlü çocuk yetiştirmenin 10 kuralı

Ruhsal bakımdan güçlü olan çocuklar dünyanın zorluklarına karşı hazırlıklıdır.

Onlar, problemleri verimli bir şekilde çözme, başarısız olduğunda etkin bir şekilde kendini toparlama ve zorluklarla kolayca başa çıkma yetisine sahiptir. Çocuklarımızın güçlü bir iç yapıya sahip olmasını sağlamak demek, onlara hayatın küçük veya büyük tüm güçlükleriyle başa çıkma becerisinikazandırmak demektir.
Ruhen güçlü çocuklar tersdavranışlarda bulunmaz veya duygularını bastırmaz. Aynı zamanda inatlaşmaz veya karşısındakine kaba davranışlar sergilemezler. Ruhsal gelişimi geliştirmek demek, çocuklarımızda dirençli bir iç yapı inşa etmek ve sahip oldukları kapasiteyi tümüyle kullanmalarını sağlayacak cesaret ve özgüveni kazandırmaktır.

Çocuklarımızın ruhsal gücünü geliştirmek üç yönlü bir yaklaşım gerektirir:

-Olumsuz düşünceleri bir yana bırakıp daha gerçekçi düşünceleri benimsemeyi öğretmek,
-Duygularını kontrol etmeyi öğrenmelerini sağlamak ki böylece duygularının onları kontrol etmesini engellemek,
-İçinde bulundukları şartlar ne olursa olsun üretken ve olumlu bir tutum sergileme yöntemini onlara aşılamak.

Çocukların daha güçlü bireyler olarak büyümesi için kullanılabilecek çok çeşitli ebeveynlik yöntemleri, disiplin teknikleri ve eğitim materyalleri mevcuttur. İşte çocuğunuzun ruhsal gücünü inşa etmesini sağlamak için 10 yöntem:

1. Ona özel beceriler kazandırın

Disiplin, ceza vermek değil, öğretici olmaktır. Çocuğunuzun kötü davranışlarını, ona, problem çözme, dürtülerini kontrol edebilme ve özdisiplin gibi özel becerileri öğretmenize fırsat veren durumlar olarak değerlendirin. Böylece çocuğunuz, onu dürtülerine yenik düşürebilecek kimi tehlikeli durumlarla veya  zor şartlar ya da aşılması güç başarısızlıklarla yüzyüze gelse bile, sahip olduğu bu beceriler sayesinde olumlu yönde ve üretken davranmayı bilecektir.

2. Hata yapmasına izin verin

Çocuğunuzun hata yapmasına ve bu hatalardan önemli hayat dersleri çıkarmasına izin verin. Ona, hataların öğrenme sürecinin bir parçası olduğunu, yanlış yaptığı için utanmasına veya kendini kötü hissetmesine gerek olmadığını öğretin. Eğer çocuğunuz için bir tehlike oluşturmayacaksa, yaptığı hatanın doğal sonuçlarıyla karşılaşmasına izin verin ve birdahaki sefere aynı hataya düşmemek için ne yapması gerektiği hakkında onunla sohbet edin.

3. Olumsuz duyguları yatıştırın

Çocuklar, kendilerini azımsadıkları ya da hep daha kötüsünü düşünmeye meyilli oldukları durumlarda, ruhsal olarak güçlü hissetmekte zorlanırlar. Çocuğunuza, olumsuz düşünceleri susturmayı ve daha gerçekçi düşünmeyi öğretin. Hayatın kaçınılmaz engellerine gerçekçi ve daha iyisi, iyimser bir gözle bakmak çocuğunuzun tüm kapasitesiyle kendini gerçekleştirmesine olanak tanıyacaktır.

4. Korkularıyla yüzleşmesini sağlayın

Eğer çocuğunuz korktuğu şeylerden uzak durursa, yaşadığı stresle başa çıkmasını sağlayacak özgüveni kazanma fırsatını hiçbir zaman bulamayacaktır. Çocuğunuz karanlıktan korkuyor veya yeni şeyleri denemek için kendini zorlamıyor olabilir; onun korkularıyla yüzleşmesini sağlayın.Çocuklar korkularıyla başarılı bir şekilde yüzleştiklerinde, kendilerini içine soktukları güvenli bölgeden dışarı adım atmalarını sağlayacak özgüveni kazanırlar. Güçlenerek büyümeleri bu şekilde mümkün olur.

5. Bırakın, kendini biraz rahatsız, huzursuz hissetsin

Bir problemiyle boğuşmakta olan çocuğunuza yardım etmekten kendinizi alıkoymanız çok zor gelebilir fakat onu sıkıntısından kurtarmanız yalnızca hissettiği çaresizliği pekiştirmeye yarayacaktır. Çocuğunuzun sıkıntısı ister bir matematik problemi olsun, ister arkadaşıyla yaşadığı bir anlaşmazlık; bırakın biraz rahatsızlık hissetmeyi deneyimlesin. Ona problemini bağımsız bir şekilde çözme fırsatı verin. Çocukların duygularıyla başa çıkmayı başarıyla öğrenmesi, güçlü bir ruhsal yapı inşa edebilmeleri için gereklidir.

6. Karakter gelişimi üzerine yoğunlaşın

Çocuklar, sağlıklı karar vermelerini sağlayacak güçlü bir rehbere ihtiyaç duyar. Ahlaki değerlerinizi ona aşılamaya çalışın ve düzenli olarak, bu değerleri pekiştirecek hayat dersleri öğrenmesi içinimkan yaratın. Örneğin, ‘’her ne pahasına olursa olsun kazanmak’’ yerine, dürüstlük ve vicdan sahibi olmanın önemini vurgulayın. Kendi değerlerine sahip olan bir çocuk, başkaları onun davranışları hakkında ne düşünürse düşünsün, sağlıklı kararlar alması muhtemel bir birey olarak yetişecektir.

7. Şükretmeyi öncelik haline getirin

Şükretmek, çocuğunuzun güçlü bir ruhsal yapıya sahip olmasına engel teşkil edecek kendine acıma gibi yanlış tutumlara karşıiyi bir çaredir. Çocuğunuzun hayatındaki iyilikleri görmesini sağlayın, böylece en kötü günlerinde dahi şükredecek ne kadar çok şeye sahip olduğunun farkında olacaktır. Şükran duygusu bir çocuğun ruh halinde canlandırıcı bir görev üstlenebilir ve etkin bir şekilde problemleri çözmesi konusunda destekleyici bir rol oynar.

8. Şahsi sorumluluk almayı olumlayın

Güçlü bir ruhsal yapı oluşturmak, şahsi sorumlulukları taşımayıgerektirir. Çocuğunuz bir hata yaptığında ya da yanlış davrandığında açıklama yapmasına izin verirken mazaretler sunmasına fırsat vermeyin. Kendi düşünceleri, hisleri veya davranışları yüzünden başkalarını suçlamaya çalıştığında onu uyarın.

9. Duygularını düzene sokma becerisini kazandırın

Ruhsal bir gücün yapılandırılabilmesi için çocukların duyguları konusunda keskin bir farkındalık sahibi olması şarttır. Bu, duygularını bastırmak için değil, duygularıyla başa çıkmak için sağlıklı yöntemler seçmesi açısından gereklidir. Çocuğunuza, kızgınlık, üzüntü ve korku gibi rahatsızlık verici duygularıyla nasıl başedebileceğini öğretin. Çocuklar, sahip oldukları duyguları ve onları ne şekilde idare edebileceklerini öğrendiklerinde, hayattaki zorluklarla başa çıkma konusunda da daha hazır hissedeceklerdir.

10. Ruhsal güç bakımından örnek olun

Çocuğunuza, anlatmak yerine ruhsal olarak nasıl güçlü olunacağını göstermek, ruhsal gücü geliştirmeye teşvik etmenin en iyi yoludur. Onunla kişisel hedefleriniz hakkında konuşun ve ona daha güçlü olma yolunda adımlar attığınızı gösterin. Kişisel gelişim ve ruhsal bakımdan güçlü olma konusunu yaşamınızda öncelikli konumda bulundurarak size engel teşkil edecek davranış ve tutumlardan uzak durun.

Türk Pediatri Kurumu'ndan obeziteyle mücadele kampanyası

Türk Pediatri Kurumu çocuklarda obeziteyle mücadele için ‘Abur Cubur Yemiyorum, Sağlıklı Atıştırıyorum’ bilinçlendirme kampanyasını başlatıyor!

Türk Pediatri Kurumu (TPK), ülkemizde 5 yaşın altında her 4 çocuktan 1’ini tehdit eden aşırı kilo veya obezite ile mücadele için “Abur Cubur Yemiyorum, sağlıklı Atıştırıyorum” bilinçlendirme kampanyasını başlatıyor. Kontrolsüz ve bilinçsiz abur cubur tüketimiyle oluşan olumsuz beslenme alışkanlıklarıyla mücadele için  başlatılan kampanya ile ebeveynlerin çocukları için  sağlıklı atıştırmalık alternatiflerine yönlendirilmeleri hedefleniyor. Kampanyanın 3 önemli iletişim ayağının ilkini bilgilendirici TV filmi, ikincisini sağlıklıatıştır.com websitesi, üçüncüsü ise ebeveynlerle ve sağlık çalışanlarıyla yapılacak toplantı ve seminerler oluşturuyor. Bilinçlendirme kampanyasının tanıtıldığı basın toplantısına beş yaşında bir oğlu olan oyuncu Özge Özberk de destek veriyor.
 
Ülkemizde 5 yaşın altındaki çocuklarda aşırı kilo veya obezite her 4 çocuktan 1‘ini pençesi altına alarak günümüzün en büyük sağlık sorunlarından biri haline geldi. Ayrıca bulaşıcı olmayan ama ölümle sonuçlanan hastalıkların da ilk nedenleri arasında yer alıyor.
 
Türkiye’de ise çocuklarda obezite, 9 yıl içinde 2 kat artış gösterdi. Modern çağın beraberinde getirdiği beslenme tarzındaki değişiklikler ve fiziksel hareket azlığı gibi bir takım olumsuz şartlar da obezite riskini günden güne arttırıyor.
 
1930’da kurulan ve Türkiye’nin ilk pediatri kurumu olan Türk Pediatri Kurumu (TPK); toplumumuzun temelini oluşturan çocuklarımızın “abur cubur” olarak tanımlanan ve aşırı tüketimi tavsiye edilmeyen gıdaları, kontrolsüzce ve bilinçsizce tükettikleri gerçeğinden yola çıkarak, çocukların ara öğünlerdeki sağlıksız atıştırmalık alışkanlıklarında pozitif değişim yaratmak amacıyla “Abur Cubur Yemiyorum, Sağlıklı Atıştırıyorum” bilinçlendirme kampanyasını başlattı.
 
 
‘Abur Cubur Yemiyorum, Sağlıklı Atıştırıyorum’ yasaklayıcı değil yol gösterici
 
 
TPK Başkanı ve İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Fügen Çullu Çokuğraş, TPK olarak başlattıkları kampanya ile çocuklarda kalıcı bir alışkanlık değişimi yaratmak için yasaklayan değil, yol gösteren olacaklarını belirtiyor. Tüm ebeveynleri çocukları için yapacakları atıştırmalık seçimlerinde sağlıklı tercihlere yönlendirmeyi hedeflediklerini söyleyen Çokuğraş, şöyle devam ediyor:
 
“Toplumumuzun temelini oluşturan çocuklarımızın “abur cubur” olarak tanımlanan, aşırı tüketimi tavsiye edilmeyen gıdaları, kontrolsüzce ve bilinçsizce tükettikleri bir gerçektir. Örneğin çocuklarla gidilen market alışverişlerinde çocukların abur cubur raflarındaki ısrarcı tutumları sonucunda anne-çocuk arasında çatışma yaşandığını ama annelerin çocuklarına kıyamayıp, çocuklarının istediklerini almak zorunda kaldıklarını hastalarımızdan sıklıkla dinlemekteyiz.
 
Kısacası çocuk doktorları olarak her geçen gün çocuklarımızın olumsuz beslenme alışkanlıkları geliştirdiğine üzülerek şahit olmaktayız. Bu noktada hem fizyolojik açıdan sağlıklı atıştırmalık alternatifleri seçmenin, hem de psikolojik açıdan anne-çocuk çatışmasını önleyecek, çocuğu ve dolayısıyla da anneyi mutlu eden alternatifler seçmenin mümkün olabileceğini anlatmaya karar verdik.
 
Ve bugün Türk Pediatri Kurumu olarak “Abur Cubur Yemiyorum, Sağlıklı Atıştırıyorum” bilinçlendirme kampanyamızı başlatıyoruz. Kampanyamız ile kontrolsüz ve bilinçsiz abur cubur tüketimiyle oluşan olumsuz beslenme alışkanlıklarıyla mücadele etmeyi; tüm ebeveynleri çocukları için yapacakları atıştırmalık seçimlerinde sağlıklı tercihlere yönlendirebilmeyi hedefledik. Kalıcı bir alışkanlık değişimi yaratmak istiyorsak, yasaklayan değil, yol gösteren olmalıyız. Hangi atıştırmalıklar seçilmeli, porsiyonlar ne olmalı, hangi sıklıkta tüketilmeli gibi uygulanabilir öneriler geliştirdik.“
 
 
Kampanyanın bilimsel dayanağı Prof. Adam Drewnowski’nin boş-dolu kalori teorisi üzerine  oturuyor.
 
 
Prof. Dr. Fügen Çullu Çokuğraş, “Abur Cubur Yemiyorum, Sağlıklı Atıştırıyorum” kampanyasının bilimsel dayanağını ise şöyle özetliyor:
 
 
“Türk Pediatri Kurumu olarak yaptığımız her çalışmayı bilimsel bir dayanağa oturtmak öncelikli gözettiğimiz konudur. “Abur Cubur Yemiyorum, Sağlıklı Atıştırıyorum” kampanyamızın bilimsel dayanağını geçtiğimiz yıl TPK’nın 50. Yıl kongresine katılarak bizleri onurlandıran WashingtonÜniversitesi Halk Sağlığı Beslenme ve Obezite Araştırma Merkezi Direktörü Prof. Adam Drewnowski’nin boş-dolu kalori teorisi üzerine kurduk. Sağlıklı atıştırmalıkları belirlerken piyasada satılan 100’den fazla paketli atıştırmalığı mikro ve makro besin öğeleri açısından analiz ettirerek Prof. Adam Drewnowski’nin geliştirdiği “Besin Yoğunluğu Endeksi” nin dolu / boş kalorileri tanımlamasına göre sınıflandırdık.”
 
Çocuklar ara öğünlerde hangi gıdaları ne kadar tüketmeli?
 
TPK Yönetim Kurulu üyesi ve Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Raşit Vural Yağcı, atıştırmalıkların boş-dolu kalori değerlerine göre besin yoğunluğu endeksi çıkardıklarını söylüyor ve şöyle devam ediyor:
 
“3 yaşından itibaren, çocuklar haftada 100 ara öğün yiyorsa maalesef bunun yaklaşık %25’i abur cubur diyebileceğimiz, kalorisi yüksek, besleyiciliği düşük gıdalardır. Oysa ara öğünler için ideal kalori miktarı ara öğün başına günlük toplam kalori ihtiyacının 10%’u kadardır. Bu da 170 kcal’ye denk gelmektedir. Yani çocuklar ara öğünlerde maksimum 170 kcal almalı diyebiliriz. Bunda da boş-dolu kalori değerlerine dikkat etmeliyiz. Bir gıdanın etiketine baktığımızda dolu kalorilerin yani protein, lif, vitamin ve minerallerin fazla, boş kalori dediğimiz şeker, tuz, doymuş yağ gibi besin öğelerinin az miktarda içermesini tercih etmeliyiz; tercihlerimizi dolu kalorileri fazla olan üründen yana kullanmalıyız.
 
Ara öğünlerde çocuklar hangi gıdaları ne kadar tüketmeli sorusunu Prof. Dr. Raşit Vural Yağcı şöyle yanıtlıyor:
 
“Kimi ürünlerin kalorisi son derece düşük ve besleyicilik değeri de son derece yüksektir. Bir diğer değişle; besleyicilik değeri %100’ün üzerinde ve kalori olarak da yaklaşık 170 kalorinin altındadırlar. Bu ürünlerin içinde özellikle şeker oranı düşük bir çok meyveyi sayabiliriz: Bunlara örnek olarak portakal, mandalina, nar gibi kış meyvelerini; salatalık, çilek gibi yaz sebze ve meyveleri örnek gösterebiliriz. Bunlar çocuklara günde 1-2 porsiyon ara öğün olarak gönül rahatlığı ile verilebilir.
 
Bir diğer grup, kalorisi 170’in altında olup, besleyicilik değeri 0 ile 100 arasında olanlardır, ki bu değer de iyi bir besin değeridir. Bu gruptaki ürünler, ara öğünlerde, atıştırmalık olarak günde 1 porsiyon verilebilirler. Bu grupta genelde süt ve süt ürünleri vardır. İçlerinde sade süt, sade yoğurtun yanı sıra çocuğun da istemesini sağlayacak ve onu mutlu edecek meyveli yoğurt ve meyveli sütleri sayabiliriz.
 
Diğer grup besleyicilik değeri 0 ile 100 arasındaki ama kalorisi 170’in üzerindeki gıdaları içeren gruptur. Bunların da tüketimini biz her gün olarak tavsiye ediyoruz ama porsiyonlarına dikkat ederek. Birçok kuru meyve, kuruyemiş, müsli, kaşar peyniri ve tahin pekmez bu gruptadır. Bu ürünler porsiyonlarına dikkat edilerek ara öğün seçimi olarak gönül rahatlığıyla çocuklara yedirilebilirler.
 
Abur cuburlar olarak nitelendirdiğimiz kalorisi 170’in üzerinde, besleyicilik değeri olarak da 0’ın altındaki ürünlerde doymuş yağ, şeker, tuz oldukça fazladır. Yani boş kalori içermektedirler. Dolayısıyla bunların çocuklarca her gün istense bile ebeveynlerce nadiren verilmesini önermekteyiz.”
 
Sağlıklıatıştır.com annelere rehberlik edecek
 
Peki anneler, çocukları için atıştırmalık seçerken bunun boş mu yoksa dolu mu kaloriye sahip olduğunu nasıl anlayacak? TPK “Abur Cubur Yemiyorum, Sağlıklı Atıştırıyorum” kampanyası kapsamında tüm Türkiye çapındaki annelere ulaşmak için saglikliatistir.com adlı bir websitesi kurdu. TPK Genel Sekreteri ve İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Mehmet Vural, saglikliatistir.com adlı websitesinin anneler için önemli bir rehber olacağını söylüyor:
 
“Abur Cubur Yemiyorum, Sağlıklı Atıştırıyorum” kampanyasının en önemli unsurlarından birisi anne-babalara, çocuklara ve sağlık çalışanlarına nasıl ulaştırılacağı konusu. Bu kampanyanın 3 önemli iletişim ayağı olacak. Birincisi saglikliatistir.com websitesine yönlendiren bilgilendirici TV Reklamfilmimiz. İkincisi saglikliatıştır.com web sitemiz. Üçüncüsü ise hem ebeveynlerle hem de sağlık çalışanları ile gerçekleştirmeyi planladığımız yüz yüze toplantılar ve seminerler.
 
Özellikle bilgilendirici filmi gören annelerin atıştırmalık seçimleri konusunda biraz daha bilinçlenmelerini ve sağlıklıatıştır.com websitesine girmelerini bekliyoruz. Bu websitesi ile çocukların haftalık beslenmelerinin önemli bir bölümünü oluşturan ara öğünler konusunda, annelere kılavuzluk etmeyi amaçlıyoruz. Bunu yaparken de abur cuburlara alternatif olarak her gün verilebilecek atıştırmalık alternatiflerini “Atıştırmatik” bölümümüzün altında paylaştık. 100’den fazla sağlıklı atıştırmalık seçimlerini, tavsiye edilen tüketim sıklıkları ve porsiyonlarına göre kategorize ettik. Kısacası paketli abur cuburlar yerine hem sağlıklı hem de çocuğunuzu mutlu edecek alternatiflere yönelmek, sağlıklıatıştır.com adlı websitemiz sayesinde artık hiç de zor değil. Herkesi “Abur Cubur Yemiyorum, Sağlıklı Atıştırıyorum” demeye, çocuklarımızın atıştırmalık seçimlerinde onları sağlıklı atıştırmalıkları tercih etmeye yönlendirmeye ve bunları yaparken de sağlıklıatıstır.com web sitemizden faydalanmaya davet ediyorum.”
 
 
 
“Abur Cubur Yemiyorum, Sağlıklı Atıştırıyorum” kampanyasına, beş yaşında bir oğlu bulunan oyuncu Özge Özberk de destek veriyor. Bilinçli bir anne olarak, kampanya basın toplantısında paylaşılan tüm bilgi ve detayları dikkatle dinleyen Özge Özberk, çocuğunun ve ülkemizdeki diğer tüm çocukların sağlıklı gelişimi için bu kampanyanın çok önemli bir yere sahip olduğunu belirterek, tüm anneleri çocuklarının atıştırmalık seçimlerinde sağlıklı atıştırmalıkları tercih etmeye çağırıyor.

Çocuklarda ruhsal sorunların çözümü!!!

Uzman Psikolog Naciye Tokaç, çocuklarda, fiziksel görünümle ilgili kusurların çocuğun ruhsal durumunu etkilediğini söyledi.


çocuk ile ilgili görsel sonucu “Doğum öncesi başlayan fiziksel gelişim, anne karnından farklı dış dünyadaki koşullara uyum sağlayabilmek için hızlı bir gelişim içerisine girer” diyen Tokaç, bu dönemde çocuğun tamamen bakım veren kişilere bağımlı durumda olduğunu anlattı. Bebeğin gelişimi ilerledikçe bağımsızlaşma ve ayrı bir birey olma adımları atılmaya başladığını anlatan Tokaç, şöyle konuştu:

"Gelişim; fiziksel, cinsel, fizyolojik (hormonal), duygusal, sosyal, zihinsel, kişisel ve ahlaki olmak üzere farklı boyutlarda gelişmektedir. Bu boyutlardan fiziksel, cinsel, fizyolojik ve zihinsel gelişim boyutları belirli yaşlara kadar gelişerek gelişimini tamamlar ve ardından duraksar. Bedensel gelişim belirli kural içerisinde gelişir ve her yaşa göre belirli aşamaların geçilmesi gerekir."

İnsanın büyüme ve gelişiminde bazı dönemlerin özel önem taşıdığını ve bu dönemin kritik dönemler olduğunu anlatan Tokaç, şunları söyledi: "Bebeklik ve ilk çocukluk yılları yaşamın en önemli dönemleridir. Bu dönemlerde çocuğun maruz kaldığı her türlü söz, tutum ve davranış çocuğun ruhsal gelişimini doğrudan etkilemektedir. Tam bu noktada çocukta bir fiziksel kusurun varlığı özellikle önem taşımaktadır. Bireyin fiziksel görünümü yani bedenini nasıl algıladığı; kendine güvenini, yaşama bakış açısını, değerlilik-beğenirlilik algısını, insanlarla ilişkilerini dolaylı olarak etkilemektedir.
Beden algısı; çocuğun kendisini diğerlerinden ayrı bir varlık olarak algılamaya başladığı; benlik gelişiminin oluştuğu dönemle birlikte başlamaktadır. Kendisi ve çevresi konusunda her şey olumlu gelişirse; kişiler arası ilişkilerin olumlu olduğu, sevgi ve şefkatin gösterildiği, çocuğun başarılarının desteklendiği bir ortam sunulursa birey sağlıklı bir benlik gelişimine sahip olmaktadır. Çocuğun fiziksel görünümü ile ilgili bilgisi ve bakış açısı doğuştan gelen bir durum değildir. Ancak çevresindekilerin söz, tutum ve davranışları kendi bedeni hakkında bilgilerini şekillendirmektedir.

Çevresindeki kişilerin çocuğun bedeni hakkındaki görüşleri, davranışları ve olumlu-olumsuz tepkileri çocuğun zihnindeki güzel, çirkin, yakışıklı, beğenilen olma durumu hakkında fikir vermektedir. Çevreden alınan bu bilgi çocukta fiziksel görünüm ile ilgili farklılıkları yorumlamayı öğrenmesini sağlar. Çocuk fiziksel farklılıkların kişi için olumlu veya olumsuz olma durumlarını doğuştan gelen bir ayrımla değil, çevreden aldığı geribildirimler yoluyla öğrenir. Böylece fiziksel görünümün çoğunluk tarafından kabul edilebilir, beğenilir olan ve olmayanlarını ayırt edebilir.
Çocuğun fiziksel görünümündeki herhangi bir farklılık (kepçe kulak, tavşan-aralıklı diş, yarık damak-dudak, düşük göz kapağı, şaşılık, obezite ve el-ayaklarda parmak fazlalığı gibi) çocuk tarafından normal kabul edilebileceği ve ruhsal bir sorunun oluşumuna yol açmayacağı gibi bir sorun olarak da görülebilir ve travmatik etkilere yol açabilir. Bu durum üzerinde çocuğun içinde bulunduğu çevrenin tepkileri önemlidir. Öncelikle aile ortamında çocuğun fiziksel farklılığı hakkında konuşulması, takılan lakaplar, diğer çocuklar/kardeşler ile kıyaslanması kendi bedenindeki farklılığın olumsuz bir durum olduğunu anlamasını sağlar. Böylece bedenine yönelik üzüntü ve öfke duymasına ve ruhsal olarak olumsuz etkilenmesine yol açabilir."

Fiziksel görünümdeki kusurlar ancak sorun olarak algılandığında ruhsal bunalıma yol açabileceğini anlatan Tokaç, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bu nedenle çevresinin tepkileri önem taşımaktadır. Çocuğun; aile bireylerinin, yakın çevrenin, devam ettiği eğitim kurumundaki kişi ve çocukların çocuğun fiziksel farklılığı hakkındaki söz, tutum ve davranışlarıyla zorbalığa sıklıkla ve daima maruz bırakılması olumsuz bir benlik gelişimine yol açabilir. Çocuğun fiziksel farklılığının onu diğerlerinden ne kadar farklılaştırdığı ve bunun kendisi için olumsuz bir durum olduğu görüşü, çocuğa gösterilen tepkilerle ilgilidir. Çocuk kendisinde, diğerlerinden farklı, eksik ve utanılacak bir durum olduğunu düşünebilir. Bunun sonucunda benlik saygısı düşük düzeyde gelişim gösterecektir. Aynı zamanda içe çekilme, çekingenlik, hiperaktivite, dikkat dağınıklığı, saldırganlık, hırçınlık, uyku-iştah sorunları, çiş-dışkı kaçırma, iletişim sorunları ile öğrenme sorunları gibi ruhsal sorunlar ortaya çıkabilmektedir."

Ruhsal sorunlarla karşılaşıldığında çocuğun fiziksel durumunun da incelenmesinin sorunların nedenini anlamak açısından faydalı olacağını anlatan Tokaç, şunları söyledi:  "Fiziksel görünümünde farklılığı bulunan hangi çocuklar kendisine gösterilen olumsuz tepkilerden daha çok etkilenir? Sorusuna bakılacak olursa; baskıcı, çocuğun duygularına kayıtsız, çocuğu desteklemeyen, görmezden gelen aile ortamında yetişen çocukların bu durumdan daha çok etkilendiğini görmekteyiz. Bu durumda çocuğun özgüven gelişimi de yeterli olmayacağından karşılaştığı olumsuz tepkiler ile baş etmekte yetersiz kalacaktır. Burada çocuğun yetiştiği ortamdaki kişilerin; özellikle model aldığı, anne, baba ve kardeşler gibi kişilerin de kendi bedenlerine yönelik algıları da önemlidir. Çünkü çocuk çoğu şeyi gözlemleyerek öğrenir.
Örneğin; fiziksel olarak bedeniyle aşırı uğraşan, kilo-boy takıntısı olan, bedenindeki bir farklılık ile fazla meşgul olan ebeveyne sahip çocuklar bu durumların çok önemli olduğunu düşüneceklerdir. Çocuğun çevresinde bu tutumlar sık sergileniyorsa dolaylı olarak çocuğa beden algısı ile ilgili bir mesaj verilmiş olacaktır. Kabul edici, güven verici ve demokratik ebeveyn tutumlarına sahip çocukların özgüvenlerinin daha yüksek olduğu artık bilinmektedir.
Böyle bir ortamda gelişen çocuklar, kendilerine, çevrelerine ve hayatın kendilerine sunacaklarına güven duyacaklardır. Sınırlarının farkında, girişken, olumlu ilişkiler kurabilen, diğerlerinin fikirlerine saygılı ve kendi fikirlerini açıkça ifade edebilen, sorumluluk sahibi, hoşgörülü ve uyumlu birey olabileceklerdir. Fiziksel kusurları ile ilgili herhangi bir olumsuz tepkiyle karşılaşan bu çocukların baş etme becerileri daha yüksek olacak ve bu durumun oluşturabileceği olumsuz etkileri yaşamayacaklardır. Kendilerine yöneltilen olumsuz tepkilere karşı kendilerini savunabilecek, içe çekilme yerine duygularını ifade edebileceklerdir."

Çocukta fiziksel bir farklılık bulunduğu durumlarda; çocuğun çevresinin bu durumu normal karşılaması ve görmezden gelmesinin önemli olduğunu anlatan Tokaç, sözlerini şöyle tamamladı: "Ayrıca bu durumun normal bir durum olabileceği, farklılıkların olumsuz bir durum oluşturmayacağı, insanların birbirinden farklı olabileceği ve bunun gelişimin normal bir parçası olduğu model olma ve öğretme yoluyla benimsetilmelidir. Eğer kendisinde bir fiziksel farklılık varsa kendisini olduğu gibi kabul etmenin daha değerli ve engellerini aşabilmesini sağlayabilecek bir durum olduğu, başkalarındaki bir farklılığında alay konusu yapılmasının aynı kendisi gibi onları üzebileceği yönünde duyarlılığın kazandırılması gerekmektedir.”

Kirpik Dibi İltihabını Ciddiye Alın!!!

Düzenli göz muayenesi ve hijyene dikkat ederek korunulabilecek olan kirpik dibi iltihabı ciddiye alınmazsa önemli sağlık sorunlarına yol açabiliyor.

Kirpik dibi iltihabını ciddiye alın
Kirpik dibi iltihabı, özellikle antidepresan ve kortizonlu ilaç kullanan hastaların göz sağlığını tehdit ediyor. Avrupagöz Merkezi göz hastalıkları uzmanlarından Op. Dr. Hasan Oğuzhan, düzenli göz muayenesi ve hijyenin bu hastalıktan korunmanın temel formülü olduğuna dikkat çekti.
Göz kapağının nemli ve yağlı yapısı, normal şartlarda zararsız birtakım bakterilerin bu ortamda yaşamasına olanak sağlıyor. Ancak antidepresan ve kortizon türü ilaç kullanan hastalarda göz kuruluğuna bağlı olarak kirpik dibi iltihabı (Blefaritin) oluşabiliyor. Tedavi edilmediği takdirde enfeksiyon yayılarak ciddi göz rahatsızlıklarına ve kirpiklerin dökülmesine varan olumsuz sonuçlara neden olabiliyor. Blefaritin tedavisinde, bebek şampuanı ile kirpik diplerinin temizlenerek sıcak su ile durulanması, antibiyotikli ve kortizonlu damlalar, suni gözyaşı damlaları ve antibiyotikli haplar kullanılıyor.

Antidepresan ve kortizon türü ilaç kullanan hastalar dikkat!..

Avrupagöz Merkezi göz hastalıkları uzmanlarından Op. Dr. Hasan Oğuzhan,  antidepresan ve kortizon türü ilaç kullanan hastaların, kirpik dibi iltihabı riski altında olduğuna dikkat çekti. Hastalıktan korunmak için düzenli göz muayenesinden geçilmesinin önemli olduğunu ifade eden Oğuzhan,  “Özellikle yağlı cilde sahip kişilerde kirpik diplerinde gözyaşının üretilmesini sağlayan bezlerin ağızlarının tıkanması kaynaklı göz kapağında şişlikler oluşabiliyor. Düzenli kontroller ile hastalığa erken müdahele edilerek oluşabilecek kirpik dibi iltihabının önüne geçilebiliyor”dedi.
Normal şartlarda gözkapağının normal yapısının zararsız bazı bakterilerin yaşamasına olanak sağlayabildiğini belirten Op. Dr. Hasan Oğuzhan, “Bağışıklık sisteminin zayıflaması, kirpik dibindeki yağ hücrelerinin aşırı yağ salgılaması, sigara dumanı, bir takım ilaçlar, kimyasal maddeler, viral etkenler, antidepresan ve kortizon gibi bir takım alerjik maddeler , bu zararsız bakterilerin çoğalmasına ve kirpik dibi iltihabının gelişmesine neden olabiliyor” dedi.

Hastalar tedavi edilmezse kirpiklerini kaybedebiliyor!..

Kirpik dibi iltihabının daha çok ergenlik döneminde başladığına ve uzun yıllar devam edebileceğine değinen Op. Dr. Hasan Oğuzhan,  “Bu durum hastanın yaşam kalitesini olumsuz etkiler.  Blefarit kronik bir problemdir. Tedavi edilmediğinde kirpiklerin içe dönmesine, kirpiklerde beyazlama, konjonktivit, korneada kuru noktalar, arpacık ve şalazyon denen sert yağ kistleri oluşabilir” dedi.
Kirpik dibi iltihabının göz kapaklarında kızarıklık ve şişlik, kirpik diplerinde kabuklanmaya neden olduğunu belirten Oğuzhan,  “  Bu kabuklar kalınlaştıkça oluşan çapaklar sabahları göz kapaklarının birbirine yapışmasına neden olur. Tedavi edilmediği takdirde bu durum daha da kötüye gider ve gözün diğer bölümlerine de yayılarak daha ciddi sorunlara neden olur. Tedaviye başlanmazsa yayılan enfeksiyon kaynaklı kirpiklerin dökülebilir” dedi.

Kirpik dibi hastalığından korunmanın formülü: Düzenli muayene ve hijyen!...

Düzenli göz muayenesi ve hijyenin bu hastalıktan korunmanın temel formülü olduğunu belirten Avrupagöz Merkezi göz hastalıkları uzmanlarından Op. Dr. Hasan Oğuzhan,  “Dikkatli ve özenli davranılmadığı takdirde hafif vakaları bile tedavi etmek son derece güçleşebilir ve tedaviden sonra şikâyetler tekrar baş gösterebilir.  Bu nedenle hastaların kişisel hijyen ve kirpik diplerinin temizliğine özen göstermeleri  çok önemlidir. Aynı zamanda gözlerimizle sık sık temas halinde olan ellerimizin de temizliğine dikkat etmeliyiz. Her gece yatmadan önce bir pamuk yardımıyla kirpik diplerimizi bebek şampuanı ile temizlemeliyiz. Böylece gün boyu gözlerimize yapışan toz ve kirpiklerimizde kalan makyaj kalıntılarından kurtulmuş oluruz" dedi. 

Kötü beslenme etkisini en çok yüzde gösteriyor!!!

Gün içerisinde yaşanan zorluklar, kötü beslenme, karşılaşılan olaylar ve dış etkilerden en çok yüz etkileniyor.

Kötü beslenme etkisini en çok yüzde gösteriyor
Vücudumuzun en dış tabakası olan cildimiz bu etkilerden en çok zarar gören parçadır. Cildimiz gün içinde yıpranmaktadır. Bu yıpranma yaşadığımız rahatsızlıklar, sahip olduğumuz hastalıklar ve çevremizdeki dış etkenler nedeniyle olmaktadır. Tüm bu etkilerle cildimiz canlılığını, ışıltısını kaybetmekte, sıkılığı azalıp gevşemekte, yer çekimine ayak uydurarak sarkmakta, mimiklerle ve tekrarlı hareketlerle kırışmakta ve yer yer lekelenmeler olmaktadır. Ortaya çıkan bu değişiklikler nedeniyle cildimiz yaşlanıyor ve böylece hissetmediğimiz bir yaşta görünmeye başlıyoruz.
Ciltte ortaya çıkan temel değişiklikler;
- Ciltte mimiklere ve cildin incelmesine bağlı ortaya çıkan kırışıklıklar
- Boyun cildinin gevşemesi ve su tutma özelliğinin azalması
- Boyun ve gıdı bölgesindeki dokuların blok olarak, derinlemesine yerçekimine uyarak aşağıya doğru hareket etmesi
Op.Dr Cihangir Toraman ,cildimizin yıpranmasında en belirleyici etkenin dış etkiler olduğunu ifade ediyor ve ekliyor;  “Güneş dış etkenler arasında etkisi en yüksek ve en belirleyici olandır. Bunu daha iyi anlamak için güneşe hasret kuzey ülkelerde, kapalı mekanlarda çalışan kadınlar ile güneşi bol güney ülkelerinde açık alanlarda çalışan kadınların ciltlerini karşılaştırmak yeterlidir”.

meme kanseri

MEME KANSERİ

 pembe Meme kanseri kadınlarda görülen kanser tipleri arasında birinci sırada yer almaktadır. Hayat boyu her 8 kadından birinin kansere yakalanma riski vardır. Meme kanseri, meme dokusundaki hücrelerden gelişen kanserlerdir.
Meme dokusunun herhangi bir yerinden kaynaklanabilir. En sık görülen tipi; meme kanallarından kaynaklanan “duktal” kanser denen kanserlerdir. Süt üreten bezlerden köken alan “lobüler” kanserler de sık görülür. Ayrıca diğer dokulardan kaynaklanan daha nadir medüller, tübüler, müsinöz gibi tipleri de vardır. Meme kanseri oluşumunda genetik değişiklikler çok önemlidir. Genetik yapıda çeşitli faktörlerin ve normal yaşlanmanın etkisiyle ortaya çıkan bozukluklar kansere neden olur. Ancak meme kanserlerinin sadece %7-9’luk bir kısmı ailesel geçişlidir. Özellikle anne tarafında genç yaşta meme kanseri ve erkek meme kanseri görülmesi ailesel bir geçişe işaret edebilir.
Risk Faktörleri
Kadın cinsiyet ve yaşlanma meme kanseri için en önemli risk faktörleridir. Diğer bilinen risk faktörleri aşağıda belirtilmiştir;
İlk doğum yaşı: 30 yaşından sonra ilk doğumunu yapanlarda,
18 yaş öncesinde ilk doğumunu yapanlara göre risk artmaktadır. Daha önceleri doğum sayısı ile kanser gelişimi arasında ters ilişki olduğu öne sürülmüşse de bu ilişki gösterilememiştir. Yine de hamilelik döneminde östrojen hormonunun daha düşük seviyelerde olması bu koruyucu etkinin ortaya çıkmasını sağlıyor olabilir.
İlk adet yaşı: İlk adetini erken yaşlarda görenler, yaşam boyu daha uzun süre östrojen hormonuna maruz kalacaklarından dolayı risk artmaktadır.
Menopoz yaşı: Menopoz bilindiği gibi kadının adetten kesildiği, doğurganlığının sona erdiği dönemdir. İleri yaşta (>55 yaş) menopoza girme meme kanseri riskini arttırmaktadır. Burada da etken uzun süre östrojen hormonuna maruz kalmadır.
Emzirme: En az bir yıl süreyle emzirmenin koruyucu etkisinin olduğunu gösteren verilerin yanı sıra herhangi bir etkisinin olmadığını iddia eden çalışmalar da mevcuttur.
Doğum kontrol hapları: Doğum kontrol haplarının uzun süre kullanımı meme kanseri gelişim riskini arttırmaktadır. Bunun yanı sıra en az beş yıl süreyle bu ilaçların kullanılmasının kalın bağırsak, rahim ve over (yumurtalık) kanseri riskini azalttığı gösterilmiştir. 10 yıldan daha uzun süre kullanımlarda ve özellikle genç yaşta (20 yaş öncesinde) kullanmaya başlamakla meme kanseri, kalp krizi ve inme riski artmaktadır. Burada özellikle belirtilmesi gereken husus doğum kontrol hapıyla birlikte sigara içiminin ciddi sorunlara yol açabileceğidir. İkisi birlikte kalp hastalıkları ve inme riskini belirgin arttırmaktadır.
Menopoz sonrası hormon tedavisi: Bu tür ilaçlar genellikle menopoza bağlı şikayetlerin ortadan kaldırılması veya azaltılması amacıyla kullanılırlar. Bu ilaçlar vücudun üretimini kestiği östrojen ve progesteron hormonlarını içermektedir. Bu ilaçları 5 yıl ve daha uzun süre kullanan menopoz sonrası dönem kadınlarda meme kanseri ve rahim kanseri riski artar.
Boy ve kilo: Uzun boylu kadınlarda meme kanseri riski artmaktadır. Bunun nedeni bilinmemektedir. Benzer şekilde bu kadınlarda kalın bağırsak kanseri riski de yüksek saptanmıştır. Menopoz öncesi dönemde aşırı zayıf kadınlarla, menopozdan sonra idealin üzerinde kilosu olan kadınlarda meme kanseri riski artmaktadır. Menopoz sonrası dönemde aşırı kilolar ve özellikle yağ dokusu fazla miktarda östrojen hormonu (meme kanserine neden olduğu bilinen hormon) yapımına neden olmaktadır.
Beslenme: Menopoz sonrası dönemde yağ oranı yüksek gıdalarla beslenme ile meme kanseri gelişimi arasında ilişki mevcuttur. Aksi olarak sebze ağırlıklı beslenmenin ise koruyucu etkisi vardır.
Alkol: Günde 1 bardaktan (1 bira, 1 bardak şarap, 1 duble sert içecek) daha fazla alkol tüketimi kadınlarda östrojen hormonu düzeylerini arttırdığı için kanser gelişim riskini arttırabilir.
İyi huylu meme hastalıkları: Kist, fibroadenom ve hiperplazi gibi meme hastalıkları iyi huylu tümörlerdir. Biyopsi sonucu habis olmayan oluşumlar tespit edilmesi risk faktörüdür.
Ailede meme kanseri öyküsü olması: Annesinde, anne tarafından akrabalarında, teyzesinde ve ve/veya kız kardeşinde meme kanseri olan kadınlarda meme kanseri gelişmesi riski normal toplumdan daha fazladır.
Korunma:
Bazı risk faktörleri sizin kontrolünüz altındadır. Genel sağlık durumunuzu koruma amaçlı dengeli beslenme, zayıflama veya kilonuzu koruma, sigara içmeme, alkolü sınırlandırma, düzenli egzersiz gibi faaliyetlerde bulunabilirsiniz. Ancak bunlar riskinizi tamamen yok etmez. Bu nedenle meme kanserine yakalanmışsanız bu hiçbir şekilde sizin veya başkasının suçu değildir. Kendinizi suçlu hissetmek veya yanlış olduğunu düşündüğünüz şeyleri veya kişileri suçlamanızın size bir faydası yoktur; tam aksine moralinizi yüksek tutmak tedavinizi de olumlu yönde etkileyecektir.
Bulgular:
Meme Kanserinin Belirtileri: Meme kanserinin en sık rastlanan belirtisi, memede ağrısız, zamanla büyüyen bir kitlenin hissedilmesidir. Ancak, hastaların çok azında ağrı da belirtilere eşlik edebilir. Daha nadir olarak memede çekintiler, deride kalınlaşma, şişlikler, deride tahriş ya da bozulmalar ve meme ucunun hassaslaşması ya da içe dönmesi de dahil olmak üzere meme ucu belirtileri yer almaktadır. Sanıldığının aksine ağrı ve kanlı akıntı ileri evrelerde ortaya çıkmaktadır.
Tanı:
Erken evrede meme kanserleri diğer kanser çeşitlerinde olduğu gibi ileri dönemlere gelene kadar belirgin bir belirti vermeyebilir. Erken teşhiste en önemli faktör, kişinin bu konuda bilinçlendirilmesidir. Bu nedenle, meme kanserinin erken tanısı için önerilen kontrol programlarını uygulamanız çok önemlidir. Meme kanserine erken evrede tanı konması, tedavinin başarıya ulaşma ve hayatta kalma şansını arttırır. Erken tanı için üç temel yöntem uygulanabilir. Bunlar ; evde kendi kendine yapılan meme kontrolleri, doktor tarafından yılda bir yapılan meme muayeneleri ve mamografi (meme röntgen filmi) olarak sayılabilir. Kadınların 20 yaşından sonraki dönemde, her ay memelerini kendi kendilerine muayene etmeleri gereklidir. Menopoz öncesi dönemde adetin başlangıcından sonraki 7-10. günlerde, menopoz sonrası dönemde ise her ayın aynı gününde muayene yapmalısınız. Meme dokusu içerisinde herhangi bir şüpheli kitle ele geldiğinde vakit geçirmeden doktora başvurunuz. 20 yaşından sonra 2 yılda bir, 40 yaşından sonra yılda bir kez doktorda meme muayenesi yaptırınız. Bu şekilde takip edilen kadınlarda kanserin çok erken dönemlerde yakalanabildiği ve meme kanserine bağlı ölümlerde %30 oranında azalma sağlandığı saptanmıştır. 
Evreleme
Meme kanseri oluşumu çok hızlı bir süreç değildir. Tümör ortalama 5-7 yılda 1 cm büyüklüğe erişir. Yayılımı öncelikle lenf kanalları yoluyla koltuk altı lenf bezlerine ve daha sonra kan yoluyla karaciğer ve kemik gibi uzak organlara olur. Tümörün yayılımını tespit etmek için evreleme yapılıp, tedaviye karar verilir. TNM sistemi adlı bir evreleme sistemi kullanılır. T tümör çapını, N hastalıklı koltuk altı lenf bezi sayısını, M ise uzak yayılım (metastaz) durumunu belirtir. Buna göre 4 evreden bahsedilebilir. Erken evre hastalık dendiğinde evre I, II ve bazı evre III tümörler anlaşılır. Evre III tümörlerin bir kısmı ve evre IV tümörler ileri evre olarak adlandırılır.
Tedavi:
Meme kanseri tedavisi, alanında uzmanlaşmış bir ekip tarafından yapılmalıdır. Bu ekibin temel üyeleri meme cerrahı, tıbbi onkolog ve radyasyon onkoloğudur. Meme kanserinin temel tedavisi cerrahidir. Tercih edilen cerrahi şekli meme dokusunun tamamen çıkarıldığı mastektomi ameliyatıdır. Ancak, erken evre küçük tümörlerde meme koruyucu cerrahi yapılması da uygundur. Kanserli dokunun memeden, çevresinde bir parça sağlıklı meme dokusu bırakılarak çıkarılmasına lumpektomi adı verilir. Ancak, lumpektomi yapılan memelere daha sonra radyoterapi verilmesi şarttır. Yapılan çalışmalar sonucunda meme koruyucu cerrahi sonuçlarının mastektomi ile benzer olduğu anlaşılmıştır. Bu yaklaşım özellikle batı ülkelerinde mastektomiye tercih edilmektedir. Sevindirici olarak ülkemizde de giderek daha çok uygulanmaktadır. Cerrahi sonrası gerekiyorsa tamamlayıcı olarak kemoterapi veya hormonoterapiler tıbbi onkologlar tarafından yapılır. Bazı durumlarda radyoterapi de uygulanması gerekebilir. Tedavi kararı verirken tümörün büyüklüğü, koltuk altı lenf bezlerine yayılım olup olmaması, tümörün hormon bağımlılık durumu, Her2 (c-erb-B2) adı verilen kanser geninin varlığı gibi faktörler göz önüne alınır. Tümörün büyük olduğu durumlarda tedaviye önce kemoterapi ile başlanıp tümörün küçültülüp cerrahiye uygun hale getirilmesi gerekebilir. Bu tedavilere doktorunuz karar verip sizi yönlendirecektir.
Tarama:
Normalde 20 yaşından sonra meme muayenesi ve yılda bir kez doktorda meme muayenesi yaptırmanız önerilir. Bu nedenle, erken dönemde hastalığın yakalanması için kadınların bilgi sahibi olması gereklidir. 50 yaşından sonra 2 yılda bir mamografi çekilmesi önerilmektedir. Ulusal kanser tarama programı önerilerine göre ülkemizde uygulanan meme kanseri tarama protokolü aşağıda yer almaktadır.
20-40 yaş arası; Ayda bir kendi kendine meme muayenesi, iki yılda bir klinik meme muayenesi
40-69 yaş arası; Ayda bir kendi kendine meme muayenesi, yılda bir klinik meme muayenesi, iki yılda bir mamografi çekilmesi gerekmektedir.
Buradaki metin genel bir bilgilendirme olup, hastalıklar  değişkenlik gösterebileceğinden kişisel değerlendirme için uzmanınızla görüşünüz. 

Hepatit B nedir?

Hepatit B hafif bir hastalıktan ömür boyu süren, siroz ve karaciğer kanserine yol açabilen farklı sonuçları olabilen bir karaciğer hastalığıdır. Hepatit B Hepatit B Virüsü (HBV) ile meydana gelir. Hepatit B akut veya kronik olabilir. Kişi HBV ile enfekte olduktan sonra akut HBV enfeksiyonu meydana gelir. Akut HBV enfeksiyonu altı aydan daha uzun sürerse enfeksiyon kronikleşmiş olur. Kronik enfeksiyon genellikle ömür boyu devam eder. Hepatit B den korunmanın en iyi yolu aşılanmaktır.

Akut HBV Enfeksiyonunun Kronikleşme Oranı Nedir?
Akut HBV enfeksiyonun kronikleşme oranı enfeksiyonun meydana geldiği yaşla ilişkilidir. Kronikleşme oranı yaş arttıkça azalır. Bebeklerde kronikleşme oranı yaklaşık %90 dır ve çocuk büyüdükçe bu oran azalır. 1-5 yaş arasında HBV ile enfekte olan çocuklarda kronikleşme oranı yaklaşık %25-50 dir. Kronikleşme riski 5 yaşından sonra % 6-10 ve erişkinlerde yaklaşık %5 dolaylarındadır.

HBV Nasıl Bulaşır?
HBV enfekte kişinin kan, semen, vajina sıvısı veya diğer vücut sıvılarının bir kişinin vücuduna girmesi ile bulaşır.
HBV şu aktiviteler ile bulaşabilir:
  • Doğum (enfekte anneden doğum sırasında bebeğine bulaş)
  • Enfekte partner ile sex (semen veya vajinal sıvı aracılığı ile)
  • Uyuşturucu enjeksiyonunda kullanılan enjektör vb materyallerin ortak kullanımı
  • Jilet, diş fırçası vb malzemelerin ortak kullanımı
  • Enfekte kişinin kanı veya açık bir yarası ile direkt temas
  • Enjektör veya diğer kesici alet yaralanmaları aracılığıyla kan ile temas
HBV Hangi Yollar İle Bulaşmaz?
HBV aynı kaptan yemek yemekle, ortak gıda veya su tüketilmesi, emzirme ile, sarılmak, öpüşmek, tokalaşmak, öksürmek, aksırmak, aynı tuvaleti kullanmak, havuza girmek, oyuncak ile oynamak, aynı araçta seyahat etmek vb yollar ile bulaşmaz.

HBV Bulaştığı Düşünülüyor İse Ne Yapılmalıdır?
Tedavi için derhal hekime başvurulmalıdır. Tedavide aşı ve HBIG uygulanmaktadır. Tedavinin etkinliği için en kısa sürede tedaviye başlanmalıdır.

Akut Hepatit B'nin Belirtileri Nelerdir?
Akut Hepatit B (yeni meydana gelen enfeksiyon) hiç bir belirti vermeyebilir. Çocuklarda belirtisiz olma ihtimali daha fazladır. Erişkinlerde %70 oranında belirtili seyreder.
Akut Hepatit B de en sık görülen belirtiler şunlardır:
  • Ateş
  • Halsizlik
  • İştahsızlık
  • Bulantı-kusma
  • Karın ağrısı
  • İdrar renginde koyulaşma
  • Sarılık (göz ve ciltte sararma)
  • Eklem ağrısı
Hepatit B Bulaştıktan Nekadar Zaman Sonra Belirtiler Başlar?
Ortalama olarak, belirtiler bulaştan 90 gün sonra ortaya çıkar, fakat bu süre 6 hafta ile 6ay arasında değişebilir.

Akut Hepatit B de Belirtiler Nekadar Zaman Sürer?
Belirtiler genellikle bir kaç hafta sürer, ancak bu süre 6 aya kadar uzayabilir.

Belirtisiz Hepatit B Enfeksiyonu Geçiren Kişiler Bulaştırıcı mıdır?
Evet bulaştırıcıdırlar.

Kronik Hepatit B'nin Belirtileri Nelerdir?
Kronik Hepatit B uzunca bir süre (20-30 yıla kadar varabilir) hiç bir belirti vermez. Bununla birlikte hastalık karaciğeri olumsuz olarak etkilemeye devam eder. Kronik Hepatit B hastalarının %15-25'inde belirli bir süre sonunda siroz veya karaciğer kanseri gibi ciddi karaciğer hastalıkları gelişir. Karaciğerinde hastalık gelişen bazı kişilerde dahi her hangi bir belirti görülmeyebilir.

Kronik Hepatit B Ciddi Bir Hastalık mıdır?
Evet, kronik Hepatit B ciddi bir hastalıktır. Uzun dönemde karaciğer hastalığı, karaciğer yetmezliği, karaciğer kanseri ve hatta ölüm gibi ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir.

Hepatit B Taşıdığımı Nasıl Öğrenebilirim?
Hepatit B basit kan testleri ile saptanabilir. Test sonucunda şu sonuçlara varılabilir:
  • Akut veya kronik Hepatit B varlığı
  • Hepatit B'nin geçirilmiş ve iyileşilmiş olduğu
  • Hepatit B'ye karşı bağışıklığın olduğu
  • Aşıdan fayda görülebileceği
Akut Hepatit B Nasıl Tedavi Edilir?
Akut Hepatit B için spesifik bir tedavi bulunmamaktadır. Genellikle yatak istirahati, yeterli sıvı ve gıda alımı tavsiye edilir, ancak bazı kişilerin hastaneye yatırılmaları gerekebilir
Kronik Hepatit B Nasıl Tedavi Edilir?
Kronik Hepatit B hastaları bu konuda uzman hekimler tarafından takip edilmelidir. Kronik hepatit B hastaları hastalık gelişimi ve tedavi seçenekleri açısından düzenli olarak takip edilmelidir. Tüm kronik Hepatit B hastalarında tedavi gerekli değildir. Kronik Hepatit B tedavisi için çok sayıda ilaç seçeneği mevcuttur. Tedavi ile hastalık etkili bir şekilde kontrol altına alınabilmekte ve karaciğer yetmezliği, siroz veya karaciğer kanseri gibi kötü sonuçların oluşması engellenebilmektedir. Tedavi ile Hepatit B virüsü etkili bir şekilde kontrol altına alınabilmekle birlikte, vücuttan tamamen uzaklaştırılması genellikle mümkün olmamaktadır.
Kronik Hepatit B Hastaları Karaciğerlerini Korumak İçin Ne Yapmalıdır?
Kronik Hepatit B hastaları bu konuda deneyimli hekimlerce düzenli olarak takip edilmelidirler. Alkolden kaçınılmalıdır. Herhangi bir ilaç almadan önce hekimlerine danışmalılardır. Ayrıca potansiyel olarak karaciğere zarar vereceğinden bitkisel veya çeşitli destek ürünlerinden kaçınılmalıdır.
Hepatit B Engellenebilir mi?
Evet. Hepatit B'yi engellemenin en etkili yolu aşılanmaktır. Hepatit B aşısı güvenli ve etkilidir (%90 üzerinde koruyuculuk sağlar). Aşı şeması olarak genellikle 6 ay içinde 3 defa uygulanır. Böbrek yetmezliği ve diğer bağışıklığı baskılanmış kişilere aşının tekrarı yapılır. Bunun dışındaki kişilere hatırlatıcı aşı dozu uygulanmaz.
Gebelikte Hepatit B Bebeğe Geçer mi?
Gebelikte Hepatit B daha çok doğum sırasında bebeğe geçer. Ancak annede Hepatit B düzeyi çok yüksek ise gebeliğin son döneminde bebeğe geçme olasılığı vardır. Annede Hepatit B varlığı durumunda bebeğe doğumdan sonra en kısa sürede (12 saat içinde) aşı ve HBIG serumu yapılır. Ayrıca Hepatit B düzeyi çok yüksek olan gebelere gebeliğin son döneminde bazı tedaviler uygulanabilmektedir.
HORLUYOR MUSUNUZ? HER ZAMAN YORGUN MUSUNUZ ?
Çoğu zaman horlamayı bir şikayet olarak görmez; gün içi yorgunluklarımıza, işimizin yoğunluğuna bağlar ve bu  durumu doktora gitme nedeni olarak düşünmeyiz. Her gece düzenli horluyorsanız ve gün içinde kendinizi  uykulu ve yorgun hissediyorsanız, sizde “uyku apnesi” olabilir. Uyku apne durumu toplumda  astım ve şeker hastalığı kadar sık görülen bir hastalık olmasına rağmen tanısı konulmadığı için gizli kalmıştır. Doktorlar da bu konuda deneyimsiz olduklarından hastalarını yönlendiremezler. Ne yazık ki uyku tıbbı- uyku apne hastalığı, son 20 sene içinde tanımlanıp geliştiğinden doktorlar arasında da yeterli derecede bilinmemektedir.
Aşağıdaki sorularla uyku  apnesinin diğer belirtilerini kendinize test edebilirsiniz:
  • Nefesinizin durduğu ya da iç çekme şeklinde düzensiz soluduğunuz eşinizin dikkatini çekti mi?
  • Genellikle sabah yataktan yorgun mu uyanıyorsunuz?
  • Gün içinde kendinizi aşırı yorgun, uykulu hissediyor musunuz?
  • Enerjiniz ve motivasyonunuz azaldı mı?
  • Cinsel arzularda azalma , isteksizlik oluyor mu ?
  • Konsantrasyonunuz azaldı mı?
  • Kilolu musunuz ve kilo verememekten mi şikayet ediyorsunuz?
  • Şiddetli horluyor musunuz?
     
Bu durumlardan herhangi birine evet diyorsanız , uyku apne riskiniz büyük bir oranda var demektir.
Yukarıdaki şikayetlerle birlikte aşağıdaki sorunlarınız da varsa uyku apne hastalığına bağlı komplikasyonlar oluşmuş ve bu konuda ciddi tıbbi yardım alma zamanınız gelmiş demektir.
  • Yüksek tansiyon
  • İnme
  • Kalp krizi
  • Düzensiz kalp atımları
     
Uyku Apnesi Tam olarak nedir?
Hayati sağlık sorunlarına neden olabilen uyku apnesinin belirtilerini hastanın kendisinin farketmesi zordur. Hasta genellikle uykudaki anormal durumlardan, eşi veya yakınlarının farketmesiyle haberdar olur.
Düzensiz solunum 
Uyku apnesinin en önemli belirtisi uykuda ani solunum duraklamaları, çok gürültülü horlamalar ve iç çekmelerdir.
Normalde üst solunum yollarını kontrol eden kaslar (boğaz ve gırtlağı çevreleyen kaslar) uyku esnasında gevşerler. Eğer bu gevşeme çok fazla olursa üst solunum yolları daralır ve solunum esnasında  giren çıkan havanın titreşimleriyle “horlama” sesleri oluşur. Horlama , uykuda nefes almak için zorlu, sıkıntılı, solumanın çıkardığı seslerdir.
Bazen de hava yolu uykuda tam tıkanır ve solunum geçici olarak kesilir. Bu durumuna “apne” adı verilir. Solunum durması (apne) olayında en az nefesin 10 saniye kesilmesi ve nefes durmalarının  saatte en az 5 defa tekrarlaması  “uyku apne hastalığı” olarak tarif edilir. Hastalar uykularında tekrarlayan  nefes durmalarıyla adeta boğulurcasına uyuma çabalarlar. Her bir apne esnasında, oksijen düşer, beyinde ve kalpte stres oluşur.
Her gece tekrarlayan bu durum yaşamınızı etkiler: uykunuzu bozar; sabah yorgun, sersem gibi, uykunuzu alamamış uyanırsınız, gün içinde  genel yorgunluk, isteksizlik hissedersiniz, bu durumlar yaşam kalitenizi, iş hayatınızı, sosyal ilişkilerinizi etkiler.
SAĞLIĞINIZI TEHDİT EDEN ÇOK ÖNEMLİ RİSKLER
Son yapılan araştırmalar, horlama ve uyku apnesinin  çok önemli bir çok hastalıkla ilişkili olduğunu göstermiştir Uyku apnesi tedavi edilmezse  aşağıdaki sorunlara yol açabilir:
  •  Düzensiz Kalp atışları
  • Kalp büyümesi
  • Kalp krizi riskinin artması
  • Yüksek tansiyon
  • İnme
  • Aşırı yorgunluk ve gündüz uyku hali
  • Trafik kazaları(direksiyonda uyku gelmesi)
  • Cinsel arzuların azalması (iktidarsızlık)
  • Kontrol edilemeyen şişmanlama
  • Uykuda terleme, sık çişe kalkma
  • Aşırı sinirlilik, depresyon,canlılığın kaybolması
  • Uykuda ölüm

BU DURUM TEDAVİ EDİLEBİLİR Mİ? NASIL?
Evet! Uyku apnesi kesin olarak çok etkili bir şekilde tedavi olur. Dünyada en yaygın kullanılan uyku apne tedavisi “Kesintisiz Pozitif Nazal Basınç” tedavisidir. Uykuda baş ucuna konulan küçük bir cihaz  ile burun yoluyla yansıtılan çok hassas pozitif basınç oluşturulur. Bu pozitif basınç, sanki bir hava yastığı yerleştirilmiş gibi hava yollarının ve gırtlağın uykuda sürekli açık kalmasını sağlar ve  apne ve horlamaları ortadan kaldırır.
Bu tedavide ilaç kullanılmaz ve cerrahi işlem yapılmaz. Düzelmenin etkileri, tedaviden hemen sonra, ertesi günü görülür. Horlamalar kesilir, uykuluk hali düzelir, kendinizi dinç ve yeniden doğmuş gibi hissedersiniz.