30 Mart 2015 Pazartesi

KARACİĞER YAĞLANMASI

Karaciğer yağlanması karaciğerin kendini koruma amaçlı oluşturduğu yağ bezleridir. Yağlanmaya iltihap/yangı eşlik ederse bu durum önce karaciğer hücre harabiyetine (nekroz), sonra fibroza ve oradan da siroza ilerler. Karaciğer yağlanması olan insanlar; eğer fazla kiloluysa mutlaka kilo vermeli ( en az kilosunun’u), yağlı gıdalardan uzak kalmalı, bol meyve sebze tüketmeli ve düzenli egzersiz yapmalıdır. En önemlisi de mutlaka bu konuda uzman olan bir doktora başvurmalıdır. Ülkemizde bu konuyu en iyi bile uzmanlık alanı iç hastalıkları uzmanları olup, bunlar içinden de özellikle bu konuda uzmanlaşmış gastroenteroloji uzmanlarıdır.


Karaciğer yağlanması; karaciğer hücrelerinde normalden fazla, hatta bazen aşırı derecede yağ toplanması nedeniyle meydana gelen tıbbi bir durumdur. Toplumdaki her 4-5 kişiden birinde karaciğer yağlanması görülmektedir. Kadın ve erkekte aynı sıklıkta görülür. Normal sağlıklı bir insanda karaciğer hücrelerinde az miktarda yağ bulunabilir ve bu herhangi bir hastalığa neden olmaz. Ancak karaciğerde yağlanma aşırı miktarda olduğunda, birtakım yapısal ve fonksiyonel değişikliklere yol açar.



Karaciğerde aşırı yağ birikmesi sonucu 2 durum meydana gelir:
1) Karaciğerde yağlanmanın bir sonucu olarak karaciğerde iltihap/yangı meydana gelir ve tıp dilinde buna steatoheapatit adı verilir.
2) Karaciğerde sadece yağlanma olması ve herhangi bir iltihap/yangının olmaması Steatohepatit geliştiğinde bu zamanla karaciğer hücrelerinin harap olmasına (nekroz) yol açar ve fibroz denilen, aynı zamanda karaciğer sirozunun başlangıcı sayılan duruma neden olur. Nekroz ilerledikçe olay siroza doğru ilerler. Bu konuda yapılan çalışmalarda steatohepatiti olan hastalarınında karaciğerde fibroz, -15'inde ise karaciğer sirozu gelişebileceği saptanmıştır. Ayrıca steatohepatite bağlı gelişen karaciğer sirozu zemininde karaciğer kanserinin de gelişebildiği gösterilmiştir. Bu nedenle karaciğer yağlanması tanısı konan hastalar ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmeli ve sıkı takip edilmelidir.

Hemşire Hasta İlişkisi


Hemşirelerin Hasta Hakları Bilgi ve Tutumları    

                                                            

Hasta hakları, sağlık hizmeti alan kişilerin sağlık kurumları ve sağlık personeli karşısındaki haklarını tanımlayan bir kavramdır. Hasta haklarının korunabilmesi için sağlık ekibi üyelerine önemli görevler düşmektedir.

Hastanın sağlık bakımı ile ilgili haklarında var olan değerler hemşirelik mesleğini çok yakından ilgilendirdiği için, hasta ile hemşire arasında bir anlamda ortaklık ilişkisi söz konusudur.
Hemşirelerin, hastaların evrensel olan hakları konusundaki tutumlarının, her bir hasta hakkı için farklı olduğu ve bu oranın %69.2 ile %100 arasında değiştiği belirlenmiştir.
Hasta haklarının sağlık hizmetlerinin önemli bir destekleyici öğesi haline gelmesine yönelik kapsamlı çabalara ihtiyaç vardır. Bu amaçla, hastanelerde hasta hakları ile ilgili çalışmaları yürütecek birimler kurulmalıdır.

Söz konusu birimler, yaşanan hasta hakları ihlalleri ile bunlara bağlı ortaya çıkan problemlerin önlenmesi, sağlık hizmetlerinin hasta memnuniyetine uygun şekilde, insan hak ve onuruna yakışır biçimde sunulması, hasta ve hasta yakınları ile sağlık personelinin eğitilmesini hedefleyen çalışmaları yürütmelidir

Hasta hakları sağlık hizmeti alan kişilerin sağlık kurumları ve sağlık personeli karşısındaki haklarını tarif eden bir kavramdır. Bu haklar; sağlık hizmetlerinden yararlanma gereksinimi olan fertlerin sırf insan olmaları nedeniyle sahip bulundukları hakları kapsamakta ve gerek ulusal gerekse uluslararası anlaşmalarla teminat altına alınmışlardır.

Sağlık hizmetlerinin etkili bir biçimde işler halde olması, toplum sağlığı için birincil koşuldur. Bu nedenle hasta hakları, özellikle son 20 yıl içinde sağlık hizmetleri tartışmalarının ağırlıklı konularından biri olarak ele alınmaya başlanmıştır.

Bu bağlamda, etik ilkelerle düzenlenen hasta-hekim ilişkisini, hukuksal alanda yapılandırabilecek bir hasta hakları çerçevesi içine yerleştirmek için, başta hekim meslek kuruluşları olmak üzere, birçok uluslararası sağlık örgütü, önemli çalışmalar yürütmüştür.

Konu ile ilgili ilk uluslararası metinler, 1946 Nuremburg kodları ve 1963 Helsinki deklarasyonu olmuştur. Hasta hakları ile ilgili ilk temel bildiri ise; Dünya Tabipler Birliği’nin 1981 tarihli “Lizbon Bildirgesi” olarak ortaya çıkmıştır.

Sonradan bu metinde gözlenen bazı eksiklikler, Avrupa Hasta Hakları Bildirgesi (1994) ve Dünya Tabipler Birliği Hasta Hakları Bildirgesi (1995) ile önemli ölçüde giderilmiş ve her iki bildirgede hasta hakları temel olarak; tıbbi bakım hakkı, bilgilendirilme hakkı, onam verme hakkı, mahremiyete saygı hakkı ve başvuru hakkı olarak beş başlık altında toplanmıştır.

Hasta hakları, sağlık hakkının ve temel insan haklarından olan yaşama hakkının uzantısı olarak, son yıllarda tıp etiği alanında üzerinde önemle durulan konulardan biridir. Bu nedenle, hasta haklarının korunabilmesi için sağlık ekibi üyelerine önemli görevler düşmektedir.

Başta hekimler olmak üzere tüm sağlık personelinin, hastaların hastalıkları ile ilgili olarak bilgilendirilmelerinin ve yapılacak işlemler konusunda onamlarının alınmasına özen göstermesi gerekmektedir.

Hasta hakları uluslar arası bildirgelerin ötesinde, temel dayanağını, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 17 ve 56. maddeleri, Deontoloji Tüzüğü ve 1998 yılında yürürlüğe giren Hasta Hakları Yönetmeliği’nden almaktadır.

Hasta Hakları Yönetmeliği’ne göre sağlık hizmetlerinin sunumunda aşağıdaki ilkelere uyulması şarttır;

- Bedeni, ruhi ve sosyal yönden tam bir iyilik hali içinde yaşama hakkının, en temel insan hakkı olduğu, hizmetin her safhasında daima göz önünde bulundurulur.

- Herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkını haiz olduğu ve hiçbir merci veya kimsenin bu hakkı ortadan kaldırmak yetkisinin olmadığı bilinerek, hastaya insanca muamelede bulunulur.

- Sağlık hizmetinin verilmesinde, hastaların, ırk, dil, din ve mezhep, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç ve ekonomik ve sosyal durumları ile sair farklılıkları dikkate alınamaz. Sağlık hizmetleri, herkesin kolayca ulaşabileceği şekilde planlanıp düzenlenir.

- Tıbbi zorunluluklar ve kanunlarda yazılı haller dışında, rızası olmaksızın kişinin vücut bütünlüğüne ve diğer kişilik haklarına dokunulamaz.

- Kişi, rızası ve Sağlık Bakanlığının izni olmaksızın tıbbi araştırmalara tabi tutulamaz.

- Kanun ile müsaade edilen haller ile tıbbi zorunluluklar dışında, hastanın özel hayatının ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.

Bu ifade özünde, hasta haklarının etik kurullar aracılığı ile korunmasını ve bu haklara riayet edilmesini içermektedir. Hasta haklarının uygulanmasında, hastaların konuya ilişkin istemlerinin de önemli olduğu bilinmektedir. Ancak bireyin kendisi için en iyi olanı seçemediği durumlarda yardıma ihtiyacı vardır.

Hastalar, genellikle hakları ile ilgili bilgi sahibi olmadıklarından, bu haklarını nasıl elde edecekleri konusunda bir rehbere ihtiyaç duyulmaktadır. Hasta ile hekim arasındaki iletişimin sınırlı olması, hekimin isteklerini reddetmesini, bağımsız karar vermesini ve soru sormasını engelleyen önemli bir faktördür. Bu nedenle hemşirelerin hastalarla 24 saat ilgilenmesinden dolayı, hastalara yardımcı olabilme ve rehberlik rolü diğer ekip üyelerinden daha uygundur.

Hemşire hasta ilişkisi, hasta bakım sürecinde odak noktayı oluşturmaktadır. Bu anlamda hemşire, hem iyi bir pratisyen, hem de iyi bir teoriysen olmalıdır. Hemşire tüm temel bilimlerden aldığı bilgileri, nasıl tedavi edici hizmetlerini verirken ve hastayı anlamaya çalışırken kullanıyorsa, hasta haklarına yönelik bilgilerini de hemşirelik yetenekleriyle birleştirip hastalara vereceği tüm bakım ve eğitimde kullanmalıdır.

Hasta Hakları         
- Hasta, adalet ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde, sağlıklı yasamanın teşvik edilmesine yönelik faaliyetler ve koruyucu sağlık hizmetlerinden faydalanmalıdır.

- Saygı, itina ve ihtimam gösterilerek, güler yüzlü, nazik, şefkatli sağlık hizmeti almalıdır.
- Her türlü hijyenik şartlar sağlanmış, gürültülü ve rahatsız edici bütün etkenler giderilmiş bir ortamda sağlık hizmeti almalıdır.

- Hastanın, şartların gerektirdiği her türlü sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkı vardır.
- Hasta ırk, dil, din ve mezhep, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, ekonomik ve sosyal durumları dikkate alınmadan hizmet almalıdır.

- Sağlık hizmetini güvenli bir ortamda almalıdır.
- Toplum sağlığını ilgilendiren zorunlu haller hariç; hasta, sağlık durumu konusunda, kendisine ailesine veya yakınlarına bilgi verilmesini isteyebilir.

- Kurum ve kuruluşlarca belirlenen usul ve esaslara uygun olarak ziyaretçi kabul edebilmelidir.
- Hasta sağlık kurum ve kuruluşlarının imkânları ölçüsünde ve tabibin uygun görmesi durumunda, refakatçi bulundurmayı isteyebilir.

- Haklarının ihlali halinde, mevzuat çerçevesinde her türle başvuru, şikâyet ve dava hakkini kullanabilmelidir.
- Hastanın tıbbi gereklere uygun teşhis, tedavi ve bakım görme hakkının yanında, bunları reddetme hakkı da vardır.

- Sağlık kurulusunu seçme ve gerektiğinde bunu değiştirme hakkı vardır.
- Hasta, her türlü sağlık hizmetini gizliliğe uygun olan bir ortamda almalıdır.
- Sadece toplum sağlığı düşüncesiyle tedbir alınması gereken hallerde ve tıbbi zorunluluklar nedeniyle hastanın rızası alınmaksızın tıbbi müdahale yapılabilir.

- Hasta, sağlık durumu ile ilgili her türlü bilgiyi sözlü veya yazılı olarak isteyebilir.
- Her türlü tıbbi müdahalelerde, hastanın rızası alınmalı ve rıza çerçevesinde hizmetten faydalanmalıdır.
- Hasta, kendiyle ilgili her türlü girişimden haberdar olmalıdır.
- Tedaviyi reddedebilir ve durdurabilir.
- Kurulusun imkânları ölçüsünde ve idarece alınan tedbirler çerçevesinde, dini vecibelerini yerine getirebilmelidir.

- Hastanın moralini bozarak hastalığını artırabilecek nitelikte kötü bir durum söz konusu ise, hastadan teşhisi saklanabilir.

- Sağlık çalışanları, hastanın sağlığını korumak ve ıstırabını dindirmekle yükümlü olup ötenazi dahil her türlü girişimi yapabilmelidir.

- Sağlık hizmeti verecek tabip ve diğer personelin kimlik bilgileri ile görev ve unvanlarını öğrenmeye, hizmet verecek personeli seçmeye ve değiştirmeye hakkı vardır.

Hasta tatmininin değerlendirilmesi, sağlık bakım sistemi değerlendirilmesinin standart bir parçasını oluşturmakta ve hastaların beklentilerinin karşılanması bu sistemin temel amaçlarını oluşturmaktadır.

Birçok hasta, aldığı sağlık hizmetini değerlendirirken, hizmetin teknik yönünden ziyade hizmeti alırken karşılaştığı tutum ve davranışları göz önüne alarak bir değerlendirme yapmaktadır.

Hastalar, doğal olarak temiz ve güvenli bir ortam, kaliteli bir hizmet, kişilik haklarına saygı, iyi iletişim ve ilgi beklemektedirler. Hastaların bu beklentileri, özünde hasta haklarının amacına uygun tutum ve davranışları içermektedir.

Sağlık hizmetlerinin verilmesinde hasta tatminini etkileyen pek çok faktörün yanı sıra, bu hizmetleri sunan personelin, hizmeti alanların haklarına ve bu hakların doğrultusunda gelişen beklentilere uygun davranmaları, en önde gelen ve giderek daha çok önem kazanan bir konudur.

Dolayısıyla, haklarına uygun davranılan hastaların beklentileri de gerçekleşmiş olmakta, bu durum onların, sunulan hizmetten ve kurumdan memnuniyetini artırmaktadır.

Hastaların hastaneye müracaatından çıkışına kadar olan süreçte, aşırı strese maruz kaldığı ve hastanın bu streslerle baş edebilmesinde başkasının yardımına ihtiyaç duyduğu bilinmektedir.

Hemşireler, hastaya tedavi sürecinde ne yapılacağı konusunda açıklayıcı bilgi vererek, yardımcı olabilecek en önemli kişi rolünü oynamaktadırlar. Bu bağlamda hemşireler, hastanın haklarını koruyarak veya hakların korunmasına yardım ederek kendi üzerine düşen sorumluluğu da yerine getirmektedirler.

Hemşireler tarafından en çok kabul gören tutumlar; 


- Hastanın adalet ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde sağlıklı yasamanın teşvik edilmesine yönelik faaliyetler ve koruyucu sağlık hizmetlerinden faydalanması,
- Saygı, itina ve ihtimam gösterilerek, güler yüzlü, nazik, şefkatli sağlık hizmeti alması,
- Her türlü hijyenik şartlar sağlanmış, gürültülü ve rahatsız edici bütün etkenler giderilmiş bir ortamda sağlık hizmeti alması ve gerekli her türlü sağlık hizmetlerinden yararlanması şeklinde bulunmuştur.

En az kabul gören tutumlar ise; 
- Hastanın moralini bozarak hastalığını artırabilecek nitelikte vahim bir hastalık durumunda hastadan teşhisin saklanabilmesi,
- Sağlık hizmeti verecek ve vermekte olan tabiplerin ve diğer personelin kimliklerini bilmeye görev ve unvanlarını öğrenmeye, seçme ve değiştirmeye hakkının olması,
- Sağlık çalışanlarının, hastanın sağlığını korumak ve ıstırabını dindirmekle yükümlü olup ötenazi dâhil her türlü girişimi yapabilmelidir şeklindedir.

Konunun giderek daha fazla önem kazanması da dikkate alınarak, istenen düzeyde benimsenmeyen bazı hakların da daha iyi düzeylere çıkartılabilmesi için, okul programlarında hasta hakları konusuna daha fazla yer verilmesi ve bunun yine hizmet içi eğitim programlarıyla da sürekli güncel tutulması ve geliştirilmesi ihtiyacının olduğu görülmektedir.

Hemşirelik mesleği; sağlığı koruma, geliştirme, bu amaçla eğitim ve danışmanlık yapma hizmetlerini de içerdiğinden, hasta haklarının korunması sorumluluğu bu mesleğin önemli bir yönünü oluşturmaktadır.

Hemşire, hastayla daha çok beraber olan, hastayla daha yakın olan, hasta bakımını planlarken, hastanın fiziksel, ruhsal ve sosyal sorunlarını ele alan bir meslek üyesi olarak, hasta haklarının korunmasında da en uygun sağlık personelidir.

Farklı bir açıdan bakacak olursak, hasta haklarının temelini oluşturan değerlerle, hemşirelik mesleğinin temel değerlerinin çok yakından ilişkili olduğu görülecek ve hastayla hemşire arasında bu bağlamda bir ortaklık ilişkisi söz konusudur. Bu alanda hemşirenin en önemli görevi hastaları mümkün olduğunca bağımsızlaştırmak ve karar verebilir konuma getirmektir.

Diğer taraftan hemşirelerin, hastaların sağlık bakımı ile ilgili hakları konusunda cevap verebilecek şekilde kendi mesleki kuruluşlarının yaptığı girişimleri saygıyla karşılayacak yapıya sahip olmaları gerekmektedir.

İnsanın onurunun ve bütünlüğünün korunmasını ve hastaya kişi olarak gösterilen saygının artırılmasını amaçlayan çabalar sonucunda hasta hakları konusu, son yıllarda sağlık hizmeti tartışmalarında önemli bir yer tutmaktadır.

Hasta hakları, esas olarak insan haklarının ve değerlerinin sağlık hizmetlerine uygulanmasını ifade etmekte ve dayanağını insan haklarıyla ilgili temel belgelerden almaktadır. Bir başka deyişle, insan olarak saygı görme, kendi yaşamını belirleme, güvenli bir yaşam sürdürme, özel yaşamda saygı görme gibi ilkeler hasta haklarının da temelini oluşturmaktadır.

Benzer şekilde, herkesin yeterli sağlık bakımı ile sağlığının korunması ve mümkün olan en yüksek sağlık düzeyine ulaşması, temel insan hakları arasında bulunmaktadır. Sağlık hizmetlerinin herkes için eşit, ulaşılabilir ve sürekli olması ise, hasta haklarının en önemli amaçlarını oluşturmaktadır.

Hasta haklarının geliştirilmesi için gösterilen çabaların diğer amaçları;• Hastalara sağlık hizmetlerinden tam olarak yararlanma konusunda yardımcı olmak ve sistemle ilgili olabilecek sorunların olumsuz etkisini mümkün olduğunca yok etmek ya da azaltmak.

• Hastalarla sağlık personeli arasındaki yararlı ilişkiyi desteklemek ve geliştirmek; özellikle de hastaların sağlık hizmeti sürecinde daha aktif katılımını cesaretlendirmek.

• Hastane, sağlık personeli ve sağlık yöneticileri arasındaki iletişimi güçlendirmek.

Hasta hakları, kaliteli sağlık hizmetleri sunumuna olanak sağlayacak daha iyi bir ortamın hazırlanması için hasta, hastane personeli ve hastane yönetiminin birlikte sahip çıkması gereken haklardır.

Dolayısıyla, hasta haklarının sağlık hizmetlerinin önemli bir destekleyici öğesi haline gelmesine yönelik kapsamlı çabalara ihtiyaç vardır.



29 Mart 2015 Pazar

meslegimizi tanıyalımm

HEMŞİRELİK

Hemşirelik Mesleği - Hemşirenin Görevleri



Görevleri;
-Hastayı kabul etmek ve muayeneye hazırlamak
-Hasta bakımını yaparken, solunum, beslenme, boşaltım, hareket ve uygun pozisyon, uyku, dinlenme, uygun giyim, temizlik vb. temel insan ihtiyaçlarını dikkate almak ve uygulama yapmak,
-Acil durumlarda ilk yardım tedavisi yapmak,
-Hasta için öngörülen tedaviyi uygulamak, takip etmek ve düzenli olarak hastaya verilecek ilaçları temin etmek, enjeksiyon yapmak, serum takmak, ameliyat yaralarını temizlemek, bandajlamak, tansiyon ve vücut ısısını ölçmek,
-Ameliyathanede fiziksel ortamı hazırlamak, ameliyat ekibine yardımcı olmak,
-Hastaların genel durumları hakkında yazılı rapor tutmak,
-Ana-çocuk sağlığı ve aile planlaması hizmetlerinin yürütülmesinde, insanların bulaşıcı hastalıklardan korunması ve istatistiki bilgilerin toplanması ve değerlendirilmesi gibi işleri yerine getirmektır.

Hemşirelik programında okumak isteyen bir öğrencinin;
-Biyoloji ile ilgili ve bu alanda başarılı,
-İnsanlara yardım etmekten hoşlanan,
-Sorumluluk duygusunun yüksek,
-Düzensiz mesai saatlerine uyum sağlayabilecek bir kimse olması gerekir.

Çalışma ortamları;

Hemşireler hastaneler, sağlık ocakları veya özel kliniklerde çalışırlar. Doktorlarla işbirliği hâlinde olduklarından gece-gündüz vardiyalı çalışırlar, nöbet tutarlar. İnsanların sağlığından mesul olduklarından dikkatli olup yeterli iş bilgisine sahip olmalıdırlar.

İş bulma İmkanları;
Hemşireler; özel veya resmî tüm sağlık kuruluşlarında servis hemşiresi, servis başhemşiresi, klinik hemşiresi ve hastane başhemşiresi olarak görev alırlar. Hemşirelik temel eğitimine ek olarak öğretmenlik sertifikası alan ve lisans düzeyinde eğitim görenler, sağlık meslek liselerinde ve hemşirelik yüksek okullarında çalışabilir, eğitim, öğretim ve araştırma faaliyetlerine katkıda bulunabilirler.

Eğitim imkanları;
Sağlık bilimleri alanında yer alan meslekleri tercih etmek isteyen bir öğrencinin, lisede fen bilimleri alanına yönelerek, ÖSS’ de yeterli “sayısal” puan alması gerekmektedir.
Hemşirelik programında eğitim süresi 4 (4+1 hazırlık) yıldır. Eğitim önlisans ve lisans olmak üzere iki aşamada yapılır. Önlisansı başarıyla bitirenler lisansa geçmek için öngörülen koşulları yerine getirdikleri takdirde lisans programının 3. ve 4. yıllarına devam edebilirler.

Hemşirelik programını tamamlayanlara "Uzman Hemşire" unvanı verilir. Hemşirelerin bir kısmı da uzmanlık eğitimi (master, doktora) görüp üniversitelerde görev almaktadırlar
 

ÇALIŞMA ALANLARI (1.BASAMAK)
Sağlık Ocakları, AÇS / AP, Verem Savaş Dispanseri, Semt Poliklinikleri 

Bu birimlerde görevli hemşirelerin mesleki fonksiyonları:

a- Kişiye Yönelik: Bağışıklama, beslenmeyi düzenleme,hastalıklara erken tanı koymada araştırıcı olma, aşırı doğurganlığın kişiye uygun yöntemlerle kontrolünü yapma, gereksinimlere yönelik sağlık eğitimi planlama ve uygulama, ebelerin eğitiminde yer almalıdır.

b- Çevreye Yönelik: Çevremizde sağlığı olumsuz etkileyen biyolojik, fizik ve kimyasl etkenleri yok ederek veya kişileri etkilemesini önleyerek çevreyi olumlu hale getirmektir

Okul Sağlığı Hemşireliği: Türkiye de 1949 yılındaki Milli Eğitim Şurası’nda yatılı okullarda hemşire çalıştırılması düşünülmüş,1961 yılında da İlköğretim Yasasıyla okullara doktor, hemşire ve sağlık memurunun tayin edilmesi kabul edilmiştir.

Öğrencilerin ve personelin sağlığının değerlendirilmesi, geliştirilmesi sağlıklı okul yaşamının anlaşılması ve sürdürülmesi için okul toplumunda gerçekleştirilen tüm girişimleri içerir.Okul sağlığı hemşiresi okul toplumundaki sağlıkla ilgili öncelikleri belirler bunun için öğrenciler ve okul personeli ile ilgili tüm planlamaları yapar, uygular ve değerlendirir.(Danışmanlık)

Türkiye’de İş Yeri Hemşireliği:Sağlıklı insan ve üretkenlik; üretkenlik ve ulusal büyüme hızı; sağlığın geliştirilmesi ve kaliteli yaşam arasındaki ilişkiler, iş sağlığı ve iş güvenliği uygulamalarının sınırlarını genişletmiştir. Bu kapsamda sağlıklı ve güvenli iş ortamı oluşturmak, işçinin işi ve sağlık durumu arasındaki dengeyi korumak,doğrudan ve dolaylı sağlık harcamalarını kontrol altına almak amaçlanır. Bu amaçlara bir çok disiplinin katıldığı ekip çalışmaları ile ulaşılabilir. Gelişmiş sağlık anlayışına göre,hemşire bu ekibin en önemli üyesidir. Gelişen hemşirelik rolleri, onları 2000’li yıllara hazırlayan kritik bir önem kazandırmaktadır.

“İş sağlığı hemşireliği”, hemşirelik bilgi ve becerilerinin iş sağlığı alanında uygulandığı bir halk sağlığı hemşireliği dalıdır. İşçilerin sağlığının korunması ve geliştirilmesi için halk sağlığı ilke ve kuramlarının kullanıldığı hemşirelik uygulamalarını içerir.

ÇALIŞMA ALANLARI (2.BASAMAK)

Hastanelerde Hemşirelerin Görevleri: Tüm Sağlık Kuruluşlarında Hemşirelik; Bir ekip üyesi olarak hasta bireyin sağlığının geliştirilmesini, temel gereksinimlerini karşılamasını ve kısa sürede hastanın bağımsızlığını kazandırmaya yönelik bakım sürecidir. Topluma yönelik görevler almak ve hastanın toplumla ilişkisini sağlamak. 


EĞİTİM ALANINDA 
Hemşire yetiştiren okullarda bilim uzmanlığı ve eğitim veren hemşire alanları (Akademisyen).


ÇALIŞMA ALANLARI (3.BASAMAK)

Rehabilitasyon ve Özel Bakım Merkezleri:
Rehabilitasyon/ Özel Bakım Hemşireliğinin Görevleri:
- Maximum fiziksel ve mental sağlığın devamı için temel hemşirelik hizmetlerini yapar
-Önlenebilir seconder komplikasyonların oluşmasına engel olmak (üriner enfeksiyon, bası yarası gibi) için uygun bakımı yapar.
-Deformitelere engel olmak için eklem hareket açıklığını muhafaza eder.
-Bası yaralarının kontrolü ve önlenmesine yönelik bakım hizmeti yürütür.
-Hastaya cilt bakımı ve kendine bakımı öğretir.
-Mesane irigasyonu ve idrar inkontinansı bakım ve eğitimi pratiği yaptırmak.
-Yatağa bağımlı hastaya pozisyonlama eğitimi verir ve yatak postürünü uygular.
-Transfer aktivitelerini öğretmek ve uygulamak.
-Elektrolit sıvı dengesini ve diyetetik bakım hizmetleri vermek.
-Topluma yönelik görevler almak ve hastanın toplumla ilişkisini sağlamak.

DİABETES MELLİTUS EGZERSİZ STRATEJİLERİ

EGZERSİZ
Diyet ve egzersiz, diyabetin medikal tedavisinin çok iyi bilinmediği yıllardan beri ayrılmaz bir ikili olarak DM tedavisinde kullanılmışlardır. Ancak son yıllarda egzersiz tedavisinin yararları kadar birçok durumda da zararlı olabileceği farkedilmiş ve egzersizin başlanacağı zaman, niteliklerinin ne olması gerektiği hakkında daha fazla bilgiye sahip olunabilmiştir. Egzersiz programına başlamadan önce hastanın detaylı tetkik edilmesi gerekir. Bu amaçla aşağıdakiler yapılmalıdır.
• Detaylı hikaye ve fizik muayene,

• Diyet ve ilaçlarının değerlendirilmesi,
• Kardiyovasküler risk bulgularının değerlendirilmesi,
• Fundoskopik muayene,
• Ayak muayenesi,
• Nörolojik muayene,
• Vücut kompozisyonunun hesaplanması,
• Glukoz kontrolü ve insülinizasyonun uygunluğu,
• Böbrek fonksiyonlarının değerlendirilmesi,
• Alışılmış egzersiz testleri,
          Egzersize nabız ve kan basıncı cevabı,
          EKG monitörizasyonu,
          Egzersiz sonrası ortostatik kan basıncı,
          Egzersiz sonrası kan glukozu,
          Egzersiz sonrası idrar protein atılımı.
Egzersize başlangıçta düşük şiddette başlanmalı hastanın toleransına göre arttırılmalıdır. Egzersiz süresince hastanın kan basıncı 200 mmHg üzerine çıkmamalıdır. Her bir egzersiz seansı 20-45 dakikadan daha uzun sürmemeli, tek ve daha uzun egzersiz seanslarından kaçınılmalıdır. Egzersizin metabolik kontrol üzerinde pozitif etkilerini izleyebilmek için haftada en az 3-4 seans, ağırlık kontrolü için ise haftada 4-5 seans egzersiz yapılması gerekir. Egzersiz programı 5-10 dakikalık germe, 5-10 dakika ısınma, 20-30 dakika esas egzersiz ve 10 soğuma şeklinde planlanmalıdır (10).
DM’lilerde egzersiz tedavisinin yararları şu şekilde özetlenebilir (4):
• DM’si olmayan kişilerin düzenli egzersizden kazandıkları yarar ve hoşnutluğun, DM’liler tarafından da farkedilmesi,
• Akut olarak kan glukozunda düşme, uzun süreli düzenli tedavide daha iyi metabolik kontrol sağlama,
• DM’nin uzun süreli kardiyovasküler komplikasyonlarının gelişimini önlemek veya azaltmak için kardiyovasküler kapasiteyi düzeltmek ve idame ettirmek,
• Kas kollajeni glukolize olurken bozulan fleksibiliteyi sağlamak,
• Nöropati sonucu olarak bozulabilen kas gücünü düzeltmek,
• Özellikle Tip 1 DM’li gençlerin emniyetli bir şekilde, hoşlandıkları fiziksel ve sportif faaliyetlere katılmalarını sağlamak,
• Tip 2 DM’lilerde ağırlığın korunması ve düzelmiş glukoz kontrolünün devamında yardımcı olmak,
• İnsülin sensivitesini arttırmak,
• Hafif ve orta derecede hipertansiyonda düzelme sağlamak.
Bu yararlarına karşılık egzersiz tedavisinin yapabileceği zararlarda şu şekilde özetlenebilir:
• Orta derecede ve uzun egzersiz süresince veya egzersizden sonra hipoglisemi,
• Ağır egzersiz süresince veya sonrası hiperglisemi, (kötü kontrollü DM’lilerde glukoz ve keton miktarında hızlı yükselme),
• Var olan kardiyak hastalık risklerinde artma,
• Dejeneratif eklem hastalığı riskinde artma,
• Yumuşak doku zedelenmeleri riskinde artma,
• Diyabetin kronik komplikasyonlarının kötüleşmesi.
Egzersizin Tip 1 DM’lilerde kan glukozunun üstünde direkt bir etkisi gözlenmezken Tip 2 DM’lilerde düzenli egzersiz programları sonrası insülin sensitivitesinin arttığı ve periferde glukoz tüketiminin düzeldiği gözlenir.
Tip 1 DM’liler için Egzersiz Stratejileri
Egzersiz süresince kullanılan enerji, insülinin rolü ve karşıt düzenleyici hormonlar gözönüne alındığında egzersiz yaparken insülin kullanan bireyin problemlerinin olması kaçınılmazdır. DM’si olmayan kişiler de egzersiz yaparken karşıt düzenleyici hormonlar özellikle glukagon yükselirken insülin düşer (4). Egzersiz yapan kasın artmış glukoz kullanılımı, karaciğerde glukoz yapımı arttırılarak sağlanır. Tip 1 DM’li kişilerde egzersize glisemik cevap hastanın metabolik kontrolüne, egzersizin süresine, şiddetine, önceki gıda alınımına ve önceki durumuna bağlı olarak değişir. Önemli bir değişken egzersiz süresince ve egzersizden sonraki plazma insülin seviyeleridir. Aşırı yüksek insülin seviyesi insülinin yaptığı kas glukoz tutulumunda artma ve karaciğerde glukoz yapımının azalması sonucu olarak hipoglisemiyi provake eder. Buna karşılık kötü kontrollü hastalarda insülin seviyeleri çok düşüktür, egzersiz süresince karşıt düzenleyici hormonların artması ile de glukoz ve serbest yağ asitlerinin yapımı devam ederken kullanılım minimaldir. Bu, kan glukozunda yükselme ve ketonemi ile sonuçlanır. Ağır egzersizde hiperglisemi ile sonuçlanabilir. Bu daha çok artan karşıt düzenleyici hormonların etkisine bağlıdır (11,12).
Uzamış egzersiz süresince (1 saatten fazla) hipoglisemi gelişebilir. Bununla beraber hipoglisemi sıklıkla egzersizin 3-5. saatinde oluşur. Hipoglisemi sadece iyi kontrollü hastalarda değil ilk kez egzersiz yapanlarda da çıkabilir. Egzersizi takiben artmış insülin sensivitesi ile beraber kas ve karaciğer glukojeninin yerine konması sırasında insülin gereksinimi azalır. Bu nedenle hem egzersiz öncesi hem de egzersiz sonrası glukoz düzeyinin takip edilmesi gerekir. Orta derecede egzersiz vücut glukoz kullanılımını 2-3 mg/kg/dakika kadar arttırır. Bu 70 kg ağırlığındaki bir kişinin egzersizin her saati için ek 8.4-12.6 g karbonhidrat almasının gerekli olduğunu gösterir. Ağır egzersizde vücut glukoz kullanılımı 5-6 mg/kg/dakikaya çıkabilir. Glukoz kullanılımının bu artmış miktarına rağmen hipoglisemi riski, bu şiddetteki egzersize uzun süre devam edilemeyeceği için azdır.
Genel olarak, 1 saatlik ek egzersiz için ek 15 g karbonhidrat gereklidir. Bu ya egzersiz öncesi veya egzersiz sonrası ek gıda olarak alınmalıdır. Daha ağırları için saatte 30 g ek karbonhidrat gerekebilir. Daha kısa süreli egzersizler genelde ek bir gıda gerektirmezler. Egzersiz sabah kahvaltı sonrası yapılacaksa ek kalori egzersiz sonrasında, egzersiz yemek öncesi yapılacaksa egzersiz öncesi verilmesi uygun olur. Hipoglisemiyi düzeltmek için insülin dozu ile oynamak gereksizdir. Ancak, çok ağır uzun sürecek egzersizlerde insülin dozu %15-20 azaltılabilir (10).
Tip 2 DM’liler için Egzersiz Stratejileri
Tip 1 DM’de hiperglisemi primer olarak absolut insülin eksikliğinin sonucudur. Buna karşılık Tip 2 DM’de hiperglisemi insülin direncinin ve bozuk insulin sekresyonunun sonucudur. Sıklıkla obezite ile beraberdir. Artmış fiziksel aktivite, insülin rezistansının azalmasını, kilo kaybını, kardiyovasküler hastalık riskinde azalmayı, Tip 2 DM için yatkınlığı düşünülen hastada Tip 2 DM’nin ortaya çıkmasının geciktirilmesinde yararlı olabilir. Çoğu çalışmalar egzersizin bozuk glukoz toleranslı veya açlık hiperglisemisi olan kişilerde en fazla etkili olduğunu göstermiştir. Glukoz toleransında düzelme, insülin rezistansının azaldığının en iyi bulgusudur. Bu vücut ağırlığında, vücut yağ kitlesinde önemli bir değişiklik olmadan da ortaya çıkabilir. İnsülin sensivitesinin artması sadece egzersiz süresince değil diğer zamanlarda da periferal glukoz kullanılımının artması ile beraberdir. Genelde egzersizin yaptığı bu duyarlılık artışı egzersizden sonraki 48 saat devam eder. Bu nedenle düzenli egzersiz programlarının yapılması önemlidir.
Düzenli egzersiz programına katılan Tip 2 DM’li kişilerde plazma trigliserid ve VLDL-kolesterol seviyeleri de belirgin azalır. Buna karşılık kolesterol ve LDL-kolesterol düzeyleri değişmez (12).
Tip 2 DM’li nöropatik hastalarda sessiz iskemik kalp hastalığı riski fazladır. Bu nedenle egzersiz programlarından önce hastanın eforlu EKG’sinin çekilmesi özellikle hasta 35 yaş üzerinde ise mutlaka gereklidir. Efor testi ile egzersize aşırı hipertansif cevabı olanlar ve egzersiz sonrası ortostatik hipertansiyon geliştirenleri tanımlamak mümkündür.
Genelde egzersiz programları daha düşük aktivitede başlatılmalı ve 2-3 haftalık süre içinde arttırılmalıdır. Hastanın otonom nöropati problemi varsa nabız hızının takibi önemlidir. Egzersizle vücut ağırlığında ve yağ kitlesinde düşme fazla değildir. Tip 2 DM’lilerde gün bitiminde yapılan egzersizlerin hepatik glukoz “out put”unu azalttığı ve açlık glisemisini düşürdüğü gösterilmiştir. Yemekten sonraki egzersizde postprandiyal hiperglisemide düzelme sağlayarak faydalı olabilir.
Kardiyovasküler problemi olan kişiler düzenli yürüme programları uygulayabilirler. İdeal olarak 30-40 dakikalık bir egzersiz programının, 20 dakikasının aerobik olmasıdır. Aerobik programının hızı da kişiye göre düzenlenmelidir. Günün farklı zamanlarında yapılan 10’ar dakikalık egzersiz de, egzersiz kapasitesinin düzelmesini sağlar. Kas germe egzersizleri, egzersiz programlarının önemli bir kısmını teşkil eder.
Tip 2 DM’liler egzersize yürüme, merdiven tırmanma gibi hafif egzersizlerle başlamalı ve yavaş olarak egzersizin şiddeti arttırılmalıdır.
İnsülin duyarlılığını ve glisemik kontrolü düzeltmek için en az haftada 4 gün ideali gün aşırı egzersiz yapılmalıdır.
Egzersiz nefes darlığı ile bitmemelidir. Minimum 20 dakikada kalp hızında %50-70’lik artma sağlayan haftada 4-7 gün yapılan egzersiz fizik aktiviteyi düzeltebilir.
Isınma ve soğuma egzersizleri egzersizin yapabileceği zedelenmeleri önlemede ve fleksibiliteyi arttırmada yararlıdır.
Kas germe egzersizleri glukoz kullanılımında düzelme sağlar.
Egzersize başlamadan önce ayaklar için en uygun ayakkabı seçilmelidir. Egzersiz sonrası mutlaka ayakların hasta veya yakınları tarafından muayenesi gerekir. Ciddi bir değişiklikte hekime başvurulmalıdır.
Komplikasyonlu Hastalarda Egzersiz
Komplikasyonlu hastalarda egzersizin yararlı etkileri yanısıra zararı da olabileceği unutulmamalıdır. Orta derecede nonproliferatif retinopatisi olan hastalarda kan basıncını dramatik olarak yükselten ağır valsalva, hızla yükseğe tırmanma gibi sporlardan, ciddi nonproliferatif retinopatililerde ise sistolik kan basıncını yükselten ağır sporlardan kaçınılmalıdır. Proliferatif retinopatisi veya kardiyovasküler bozukluğu olan hastalar yüzme, yürüme, hafif hızda aerobik, kas egzersizleri yapabilirler. Protektif duyu kaybı olan hastaların ise uzun yürüyüş yapması, koşması, step egzersizleri yapması sakıncalı olabilir. Bunlara genelde yüzme, kol egzersizleri, sandalye yardımıyla oturarak yapılan egzersizler önerilmelidir.

Egzersizin komplikasyonlu diyabetiklerdeki potansiyel riskleri;
• Kardiyovasküler riskler
    Miyokardiyal iskemi veya infarktüs
    Kardiyak disritmiler
    Postural hipotansiyon
    Egzersize hipertansif cevaplar
• Mikrovasküler bozukluklar
    Retinal kanama
    Proteinüri
    Var olan mikrovasküler hastalığın hızlanması (?)
• Metabolik bozukluklar
    Hipoglisemi
    Hiperglisemi
    Ketozis
SONUÇ
Diyet ve egzersiz diyabetin tedavisinde değişmeyen standartlardır. Amaç, hastaya iyi bir metabolik kontrolün sağlanmasıdır. Bu tedavilerin düzenli ve devamlı olması iyi metabolik kontrol yanısıra hastanın yaşam kalitesini de önemli derecede düzeltecektir.

22 Mart 2015 Pazar

KALP KRİZİ ??

Kalp krizi (miyokard enfarktüsü) kalp kasının bir bölümünün o bölgeye yetersiz kan akışından dolayı (çoğunlukla kalp damarının tam tıkanıklığı sonucu) ölmesi (kalıcı hasara uğraması) sonucu meydana gelir.

Nedenler ve Risk Faktörleri
Kalp krizlerinin çoğu koroner arterlerde (kalp kasına kan ve oksijen taşıyan atardamarlar) oluşan pıhtılar (trombüs) sebebiyle meydana gelir. Pıhtılar genelde ateroskleroz sonucu meydana gelen değişiklikler yüzünden daralmış koroner arterlerde oluşur. Arter duvarının içindeki aterosklerotik plak bazen çatlar ve bu da pıhtı oluşumunu tetikler.
Burada bir kalp atardamar (koroner arter) kesitini görüyoruz. Damardaki ateroskleroz zaman içinde ilerler (A ve B), önemli darlık oluşturur (C), ve sonunda damar bir pıhtı ile tıkanarak (D) miyokard infarktüsüne yol açar.
Koroner arterlerdeki pıhtılar kalp kasına kan ve oksijen akışını engeller, bu da o bölgedeki kalp hücrelerinin ölümüne sebep olur (nekroz). Hasar gören kalp kası kasılma yeteneğini kaybeder ve kalbin geri kalan kısmı hasar gören bu bölümün işini de yapmak zorunda kalır. Hasar gören kısım önemli bir miktarda ise (örneğinsol karıncığın -ventrikülün- %40'ından fazla ise) yaşam mümkün olmaz.
Bir koroner arterin tıkanmasıyla oluşan kalp krizinde o damarın beslediği kalp bölgesi, geri dönüşsüz olarak canlılığını kaybeder.
Kalp krizi tüm dünyada ölüme yol açan 1 numaralı sağlık problemidir (bakınız).
Koroner arter hastalıklarının ve kalp krizinin risk faktörleri genel olarak kalp damar hastalıkları risk faktörlerinin aynısıdır.
Belirtilen risk faktörlerinin çoğu fazla kiloyla ilgilidir. Dar olan bir damarın üzerinde pıhtı oluşumunu her hangi bir neden başlatabilir. Bazen ani ve bunaltıcı stres buna neden olabilir.
Son birkaç senede, koroner arter hastalığı için, artmış homosistein, C-reaktif protein ve fibrinojen seviyeleri gibi yeni risk faktörleri saptanmıştır. Ancak bu yeni risk faktörlerinin pratik değeri üzerine çalışmalar hala devam etmektedir ve halen homosistein seviyesinin folik asit ile düşürülmesinin olumlu etkileri olduğuna ait kesin kanıtlar yoktur.
Her 5 ölümün biri kalp krizinden dolayı gerçekleşmektedir. Kalp krizi yetişkinlerdeki ani ölümün başlıca nedenlerinden biridir.
Kalp krizini tetikleyen faktörler
Biliyoruz ki bir takım risk faktörlerinin varlığında kalp damar hastalıklarına yakalanma riski ve bunun sonucu olarak da kalp krizi geçirme riski artmaktadır. Peki, kalp damarlarında darlıklar bulunan ve kalp krizi geçirme riski yüksek olan hastalarda kalp krizini tetikleyen faktörler nedir?
Yapılan çalışmalarda, bir takım faktörlerin kalp krizlerini tetiklediği bulunmuştur. Bunlar:
  • aşırı fiziksel yorgunluk
  • öfke, kızgınlık
  • negatif kişilik yapısı
  • alkol
  • kahve
  • trafik
  • hava kirliliği
  • ağır yemek
  • kokain
  • seksüel aktivite
  • geçim sıkıntıları
Yalnız burada olası önemli bir yanlış anlamayı kaldırmam gerekir: Bu faktörler damar hastalığı olan hastalarda bardağı taşıran (kalp krizine yol açan) faktörler. Dolayısıyla bardağın önceden dolu olması gerekiyor. Biraz daha açmam gerekirse, örneğin bir öfke nöbeti veya aşırı heyecanlanma, kalp damar hastalığına yol açan bir risk faktörü olmamasına rağmen, tıkanmaya aday bir damarı olan bir kalp damar hastasında, damarın tıkanmasına yol açıp kalp krizi oluşturabiliyor.

21 MART DÜNYA DOWN SENDROMLULAR GÜNÜ

Down Sendromu Hakkında
  • Down Sendromu bir hastalık değil, genetik bir farklılıktır. Down sendromunu iyileştirecek veya yok edecek bir tıbbi tedavi yoktur. Tek yol eğitimdir.
  •  

  • Down Sendromlu bireylerde 21.inci kromozomdan 3 tane vardır. Bu 
  • fazlalık bireyin fiziksel ve zihinsel özelliklerine de yansımakta, gelişim geriliğine sebep olmaktadır. Down sendromuna sebep olan faktörler henüz tespit edilememiştir. Hücre bölünmesi sırasında yanlış bölünme sonucu 21. kromozom çiftinde fazladan bir kromozom yer alması ile meydana gelir.  Down sendromuna sebep olduğu bilinen tek etmen hamilelik yaşıdır, 35 yaşüstü hamileliklerde risk artar. Ancak genel olarak genç kadınlar daha fazla bebek sahibi olduğundan Down sendromlu çocukların %75-80’i genç annelerin bebekleridir. Ülke, milliyet, sosyo-ekonomik statü farkı yoktur. Ortalama her 800 doğumda bir görülür. Hafif veya orta seviye zihinsel  ve fiziksel gelişim geriliğine sebep olur. Tüm dünyada  6 milyon civarında Down sendromlu birey yaşamaktadır. Türkiye’de tam bir veri yok ama yaklaşık 100.000 DS’lu kişi olduğu tahmin ediliyor.
  •  
  • 0-2 ay itibariyle eğitime başlamak son derece önem taşımaktadır. Bu eğitim için MEB’in özel rehabilitasyon merkezleri bulunmakta ve raporu bulunan Down Sendromlu çocuklara burada ücretsiz eğitim verilmektedir. Ücretsiz eğitimden yararlanmak için; bebeğin tanı sonucuyla birlikte Sağlık Bakanlığı’nın duyurduğu hastanelerden birine giderek, engel derecesi ve durumunu bildiren bir rapor almak ve bu raporla birlikte ikamet edilen bölgedeki rehberlik araştırma merkezinden (RAM) rapor çıkartılması gerekmektedir. 
  •  
  • Her çocuk gibi Down sendromlu çocuklar da farklı zeka seviyesine, yetenek ve kişiliğe sahiptirler. Burada kilit nokta çocuğun kapasitesini maksimum düzeyde kullanabilmesi için zamanında ve doğru desteğin alınmasıdır. Erken eğitim programları, fizyoterapi, dil terapisi,  oyun grupları gibi seçenekler aileler tarafından iyice değerlendirilmeli ve doğru kaynaklara ulaşılarak karar verilmelidir. Erken müdahale ve fizyoterapi programlarıyla çocuğun gelişiminin en erken yaştan itibaren desteklenmesi en önemli konudur.
  •  
  • Down Sendromlu çocuk sahibi ailelerin en çok ihtiyaç duyduğu şey, güncel ve gerçekçi bilgi ile pozitif ve duyarlı bir yaklaşımdır. Down Sendromlu bebeği olan ailelerin doktorlarından sadece tıbbi konularda değil, sosyal ve gelişim alanlarında da yönlendirmeye ihtiyacı vardır. Bu sebeple ilk başvuru kaynağı olan hekimlerin çok yönlü ve kapsayıcı bir bilgi akışı sağlaması önemlidir.
  •  
  • Ailenin Down Sendromu ile ilgili güncel bilgiye ulaşmasının sağlanması, genetik uzmanı ve Down Sendromu dernekleri ile iletişim kurma olanaklarını sunulması önem taşır.
  •  
  • Zihinsel engelli olmak duygusal engelli olmak demek değildir. Down Sendromlu bebekler her şeyden önce bebektir. Beslenme, temizlenme, sevilme ihtiyacı duyan, acıkınca, sıkılınca ağlayan, kızan, küsen, gülen, geceleri sizi uyutmayan bebeklerdir. Down Sendromlu gençler de cinsel kimlikleri bulunan, ergenlik bunalımı yaşayan, aşık olan, kalbi kırılan, kardeşi ile kavga eden, kapıları vurup gürültülü müzik dinleyen, gülen, dans eden gençlerdir.
  •  
  • Down Sendromlu bireyler bazı rahatsızlıklara daha yatkın olabilmektedir. Bu yüzden sağlık kontrollerinin aksatılmadan ve zamanında yapılması, doğru sağlık danışmanlığının alınması hayati önem taşımaktadır.
  •  
  • Down Sendromlu insanların ortalama yaşam süresi 60 yıl civarıdır. Bu konuda toplumda eskiden kalma bilgiler nedeniyle ömürlerinin kısa olduğu yolunda bir kanı olmakla beraber yaşam süreleri 80’li yaşlara ulaşan Down sendromlu bireyler de vardır. 

21 Mart 2015 Cumartesi

GEBELİKTE SİGARA KULLANIMININ ZARARLARI
Sigara hakkında genel bilgiler:
Sigara dumanı içerdiği zift, nikotin, karbon monoksit, kurşun,arsenik,aseton,naftalin,DDT ve diğer zehirli birçok maddenin direkt olarak üst solunum yollarına, buradan bronşlara ve akciğerlere ve buradan da kana geçmesi ve tüm organlara yayılmasıyla başta solunum sistemi, kalp ve damarlar olmak üzere vücudun tüm organ sistemlerine zarar verebilir.
Sigaranın bu zararlı etkileri kısa vadeli ve uzun vadeli olarak ikiye ayrılır:
Kısa vadeli etkiler :
Bunlar, sigara içildiği anda vücuda giren nikotin ve karbonmonoksitin yarattığı anlık etkilerdir. Nikotin bronşları kasıcı etkisiyle akciğerlere daha az hava girmesine, damarları kasıcı etkisiyle damariçi basıncın yani tansiyonun yükselmesine, kalbe etkisiyle nabzın hızlanmasına neden olur. Karbonmonoksit ise alyuvarların içinde bulunan hemoglobin adlı molekülün oksijen taşımaktan sorumlu bölgelerini işgal ederek kanın oksijen miktarının azalmasına yolaçar. Bu kısa vadeli etkiler tek bir sigara içilmesinde bile, hatta çok sigara dumanı bulunan ortamlarda sigara içmeyen kişilerde bile görülen etkilerdir. Normal bir birey bu kısa süreli etkileri kolayca tolere edebilir. Ancak anne adayının karnındaki bebeğinin de oksijen ihtiyaçları gözönünde bulundurulursa bir tek sigaranın yarattığı hipoksi (oksijen azlığı) ve hipertansiyon (tansiyon yüksekliği) bile bebeğe daha az kan ve daha az oksijen gitmesine neden olabilir.Annenin çektiği tek nefes saniyenin yüzde birinde bebek kanına karışmaktadır. Bu durumun günde bir paket sigara içen bir anne adayında 20 kez tekrarlaması, fetusun ilerleyici bir şekilde oksijensiz kalmasına ve olumsuz değişiklikler meydana gelmesine neden olabilir.
Uzun vadeli etkiler :
Sigara içenlerde uzun vadeli etkiler bir yandan kısa vadeli etkilerin birikici özelliklerine, öte yandan sigaranın içinde bulunan ziftin akciğerlere çökmesine (kronik bronşit gelişimi), sigaranın içerdiği kurşun gibi zehirlerin solunum yolunu döşeyen hücrelerde anormal değişiklikler göstermesine (kanser riskinde artış), toksik maddelerin damarlarda yaptığı hasarlar neticesinde ateroskleroz (damar sertliği) meydana gelmesine (koroner kalp hastalığı riskinde artış), genel olarak sigara alışkanlığının iştahı azaltıcı, C vitaminini tüketici etkileri nedeniyle uzun vadede beslenme bozukluğu belirtilerinin ortaya çıkmasına bağlı olarak meydana gelir.
Uzun zamandan beri sigara içen insanlarda akciğerlerin hava taşıma kapasitesi azalmıştır ve en ufak bir zorlamayla nabızda artma ve nefes darlığı ortaya çıkar. Çok uzun zamandan beri sigara içenlerde akciğer ve diğer solunum yolu kanserlerine ve hatta mesane gibi diğer organ kanserlerine eğilim artar. Yine bu kişilerde damar sertliğine bağlı koroner kalp hastalıkları ve diğer hastalıklara (felç gibi) eğilim artmıştır.

Sigara içme alışkanlığı olan anne adaylarında çeşitli normaldışı durumların meydana gelme riskinde önemli artış gözlenir.
Bu anne adaylarında:
1-Düşük riski artar...
2-Erken doğum tehdidi ve erken doğum riski artar...
3-Erken membran rüptürü (su kesesinin erken açılması) riski artar...
4-İntrauterin gelişme geriliği, düşük doğum tartılı bebek doğurma riski artar...
5-Gebelikte kanama riski (özellikle ablatio placenta ve placenta previa adlı iki duruma bağlı) artar...
6-İnutero mort fetal (bebeğin karında ölmesi) riski artar...
7-Bebeğin yenidoğan döneminde ölme riski artar...
8-Solunum problemleri nedeniyle doğumun ikinci evresinde etkin ıkınamama ve buna bağlı vakum ve sezaryan ile doğum riski artar...
9-Lohusalıkta süt miktarı azalır...
10-Sütün C vitamini seviyesi ve bebeği besleyici etkileri azalır...
11-Bebeğin yakınında sigara içilmesi bebekte pnomoni ve bronşit riskini artırır...
Tüm bu normaldışı durumların sıklığı özellikle günde 20 adet ve daha fazla sigara içen anne adaylarında belirgin olarak artmıştır. Ancak “günlük 20” sayısını bir sınır olarak kabul etmemek gerekir. Sigaranın zararlı etkileri günde bir adet sigaradan itibaren başlamakta ve içilen sigara sayısı ile doğru orantılı olarak artış göstermektedir. Burada 20 rakamını almamızın nedeni günlük klinik uygulamalarımızda bu normaldışı durumları yaşayan anne adayları arasında günde bir paket ya da daha fazla sigara içen anne adaylarının sayıca fazlalığının dikkatimizi çekecek kadar yüksek olmasıdır.
Sigara alışkanlığı olan anne adaylarına öneriler :
Öncelikle unutmamalısınız ki sigarayı gebeliğinizin hangi döneminde bırakırsanız bırakın bundan hem siz hem de bebeğiniz mutlaka fayda görecektir. "Nasıl olsa olan olmuştur" düşüncesi hatalıdır.
Sigarayı tümüyle ve gebeliğin planlandığı andan itibaren bırakmak en idealidir, ancak bunun zor olduğu da bir gerçektir. Tümüyle bırakamazsanız, günlük sigara sayınızı 10'un altına indirin.
Emzirme döneminde ve diğer zamanlarda hiçbir zaman bebeğinizin bulunduğu yerde sigara içmeyin, eşinizin ve diğerlerinin de içmesine izin vermeyin. Evde sigara içilmeyen alanlar yaratın.
Sigara içen anne ve babaların çocuklarının da büyüdüklerinde büyük olasılıkla sigara içme alışkanlığı edindiklerini unutmayın...
Gebelik ve lohusalık döneminde sigara içilen yerlerden uzak durun (Pasif sigara içiciliği!)
Unutmayın! Bebeğinize karşı sorumlusunuz..